Bugün ilk atölye dersime gittim. Ah ama nasıl gittim, ne korkular içinde ne düşünceler içinde. Resmen kesilmeye giden kurbanlık misali, ben ne yapıyorum deli miyim ben ne işim var oralarda, roman yazmayı öğreneceğim de ne olacak, sanki içimde gizli bir dostoyevski var...diye otobüste yerimde bir kıvranışım vardı ki sormayın gitsin.
Ama ne oldu, çok sevdim. Çok mutlu oldum. Dersten çıktığımda böyle dünya daha bir güzel geldi gözüme, herkes iyi, herşey mutluluk vericiydi (tabi otobüste ayakta, santimetrekarelik alanda dikilmeye çalışırken bu ruh hali son hızla uçup gitti, o ayrı). Rahatlamış, hafiflemiş hissettim kendimi. İki saati aşkın bir süre boyunca, sizinle hemen hemen aynı birşey için bir odada, bir masa etrafına toplanmış insanlarla, kitaplardan, cümlelerden, kelimelerden konuşmak, bunları dinlemek o kadar güzel birşeymiş ki yıllardır bu dipsiz çukurumda kafama vurup duran bilgisayarlardan sonra beni kendime getirdi.
Haftaya bir sayfalık karakter yazma ödevim var, birkaç saat geçsin onun stresi başlayacak bünyemde ama olsun. Şimdilik gaza gelmiş vaziyette, şunu da okumalıyım bunu da okumalıyım o kitap nerde şu yazar kim diye etrafa saldırıyorum.
Bir de ben, her umberto eco denilişinde neden sırıtıyorum?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder