12 Kasım 2012 Pazartesi

Bölüm 3 : So forever, towards dark, we rise

Bu, tezden kalacak olmam durumu ilk şokunun ardından yerini taze mi taze, naneli diş macunu gibi bir aydınlanmaya bıraktı. Madem dedim, bu noktada tıkandım, resmen kangren oldum, tazelenmeliyim. Kendime gelmeliyim bir. Vazgeçmek gibi değil, hayır kesinlikle değil, daha çok bir tür dinlenelim çayımızı içelim sonra daha bir canlı devam edelim yola tazeliği bu.
Sene 93'ten beri okuyorum ben. 19 yıldır, kendimin iki katı boyda bir adet genç insanın olabileceği yaş kadar, yaşayabileceği yıl kadar süredir ben öğrenciyim. Hiç ara vermedim, hiç dinlenmedim. 93'te Kocaeli'nin bir küçük kasabasındaki bir garip okulda tuvaletin kapısına bakan bir sınıfa adımımı attığımdan beri, her an her durumda endişeliydim. Her zaman mutlaka yapmam, yetiştirmem, düşünmem, plan yapmam gereken birşeyler vardı. Ya bir ödev, ya bir proje, ya öğrenilecek bir ders, ya tekrar edilecek bir konu, ya araştırılması gereken şeyim kadar iplemediğim birşeyler...Mutlaka ama mutlaka vardı ve ben hep iki yandan cendereye sokulmuşum gibi yaşadım hayatımı. Bitmedi. Hiç bitmedi.
Ama işte son bir haftadır şunu fark ettim, bitirebilirim. En azından bir süreliğine bitirebilirim. Tezden kaldıysam, bir sene sonra yine tam bu vakitlerde yeni bir tez önerisi verebilir ve yapabilirim. Atılma durumu olmadığına göre, kaydımı yenilesem yeter. Ha tabi tam olarak prosedürleri bilemiyorum henüz ama yapılabilir birşey sanırsam bu şimdilik. Neyse işte, bu sırada istediğim şekilde yaşayabilirim. Şimdiye kadar vaktim olmadığı için, sırf yapmak zorunda olduğum şeyler olduğu için okuyamadığım kitapları okuyabilirim, araştıramadığım konuları araştırabilirim (ve bunlar hep benim istediklerim benim merak ettiklerim olabilir), izleyemediğim filmleri izleyebilir, yeni yeni dizilere başlayabilirim, yazamadığım onca kitabı yazabilir, katılamadığım bir sürü öykü yarışmasına katılabilir, gidemediğim konserlere gidebilirim, dağıtabilirim ertesi gün ders yapmam tez yazmam gerekiyor diye düşünmeden, salondaki kanepede uyuyakalabilir işe uykulu gözlerle gidebilirim, her haftasonu bir müzeye gidip tabanlarım sızlayana kadar eserlerin önünde dikilebilirim, yılbaşıları yıldızlar altında, doğum günlerimi karlar içinde geçirebilirim ve en önemlisi yaşayabilirim endişe içinde olmadan, bir şey yetiştireceğim bir şey yapmam gerekiyor paranoyası içinde olmadan. Ömrümde ilk defa kısmen de olsa özgür olabilirim.
Yani tabiki bu süreyi yeni - ve improved lorelai diyesim geldi aldırmayın bana - tez konumu düşünerek ve araştırarak geçireceğim ama en azından bu zevkli bir araştırma olacak çünkü çıkış noktam "ben ne istiyorum, ben hangisinden zevk alıyorum" olacak. Belki düşündüğüm şekilde devam edilemiyordu teze, yüksek lisansa. Olsun o zaman da bu önümdeki bu tazelenme dönemini sınavlara hazırlanmaya ve puanlar almaya, yeni okullara başvurmaya harcarım ki bu hiç canımı sıkan bir şey değil. Test neslinin göbeğinden yetiştiğim için çerez ekmek gibidir bana sınavlara hazırlanmak, soruları çözmek. Üniversite sınavına da girerim, ales'ine, üds'sine de. Gider başka bir okula başvururum, canım isterse hatta lisansa bile girerim. Önemli olan, bu arada istediğim gibi herşeyi öğrenmiş olarak bunlara başvuracak olmam. Önceki gibi bodoslama gidip yüksek lisans mülakatında "indiana jones" cevabını vermeyecek olmam. Karşıma geçip beni sorgulayacak olanlardan daha fazla şey biliyor olacağım, ve bunları sırf kendim istediğim için ve kendi istediğim şekilde öğrenmiş olacağımdan içim rahat aklım mutlu olacak.
Hayır bu bir vazgeçiş değil. Ben hala Krallar Vadisi'nde çöl tozu yutmak, geceleri gölgelerde firavun hayaletleri görmek, şatolarda gayda eşliğinde halay çekmek istiyorum. Yapacağım da. Yapacağım son şey olsalar da hayallerimi gerçekleştireceğim. Sadece öncesinde, biraz yaşamam gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...