23 Eylül 2012 Pazar

labirentten terry'nin gidişine

Uzun bir aradan sonra ilk defa rüya gördüm bu sabah. Genelde olduğu gibi bunda da önce dışarıdan izleyendim sonradan kendimi rüyanın esas kahramanı olarak buldum.
İlk başta Harry Potter ve Ateş Kadehi'ndeki Üç Büyücü Turnuvası'nda olduğu gibi bir labirentte yolunu bulmaya çalışan-yarışan birileri vardı. Sonra yarış ilerledikçe bir kızın yolu labirentin içinde bir çıkmaz yola geldi. Daha doğrusu orası yolun sonu olmalıydı, labirentin çıkışını bulmuş olmalıydı ama o noktada bir çıkış yoktu. Onun yerinde ahşap bir duvarda, dar bir merdivenin basamakları ve basamakların sonlandığı en üst noktada birkaç raf. Bunları gördüğü anda kız, ben rüyanın içine daldım. Birden kendimi onun yerinde buldum. Artık yarışan da çıkışı arayan da bendim. Durup şaşırdım, napacaktım? Basamakları çıkıp, rafların en üstünü elimle yokladım. Belki bir çıkış yolu, bir kol, gizli bir geçide açılan birşey vardır umuduyla. Bu yarı karanlık dehlizde, rafların en üstünde elime kitaplar geldi. Biraz daha kaldırdım kendimi, oraya bakmaya çalıştım. 9-10 tane kitap. Hepsi de Can Yayınları'nın bu beyaz zemin üzerine bir çerçeve içinde resimler olan sade tasarımları var ya, onlardan gibiydi. İsimlerini okudum bir bakışta, bunun anlamı ne dedim kendi kendime. O anda şeyi de öğrendim, bu labirentte Açlık Oyunları'ndaki gibi bizi izliyorlardı. Düşüncelerimi bile duyabiliyorlardı. Hatta onlar da düşüncelerini duyurabiliyorlardı bana.


Daha da ilginci o sırada olay labirentten ve yarıştan daha tuhaf bir şeye evrildi. Orada, o dehlizde, o kitaplarla çözmeye çalıştığım şey Terry'nin nereye gittiği, neden gittiği, bunun başımıza neden geldiğiydi. Bunun derken kastettiğim şey Terry ile Candy'nin ahırda yakalandıkları ve Candy'nin yıkık kuleye kilitlendiği gecenin kimi eseri olduğu. Alın buradan yakın. Olay birden buna dönmüş oldu, ben de Candy oldum. En tuhafı dışarıdan, tepeden artık nereden izleniyorsa oradan beni izleyen de başrahibe olmuş oldu. Ama Candy'deki gibi kötü değildi rahibe, sert görünüp, benden yanaydı, yardım etmeye çalışıyordu düşünceleriyle. Anlamamı sağlamaya, cevapları bulmamı sağlamaya çalışıyordu. Kitaplara baktım ben de bir kez daha, sonra kafamın içinde rahibenin sesini duydum, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Anladığımı sandım, elimi kitapların olduğu üst tarafa kaldırıp masanın üstünü süpürür gibi kitapları süpürdüm ordan. Hepsi yere düştü, düşerken de öyle dağınık düşmedi. Yerde belli bir düzende, hepsinin kapağı yukarı gelecek şekilde, iskambil kağıtlarıymışçasına durdu kitaplar. Basamakta olduğum yerde durup, yerdeki kitaplara bakakaldım öylece. İsimleri mi birşeyler anlatmaya çalışıyordu yoksa diye tek tek aklıma kazımaya çalıştım ama boşunaydı. Normalde bile bunu aklımda tutamayacağımı biliyordum. Sinirlendim, neden bu kitaplar diye bağırdım içimden. Ne olmuştu o gece, nereye gitmişti şimdi Terry, neden bırakıp gitmişti beni? Kitapları tekmelemeye başladım. Sonra yine rahibenin sesini duydum kafamda, "Inside in, Outside out" diyordu. Ne saçma dedim, bunlar anlamsız hiçbir şey anlamadım ben. Beynim tekrar etmeye devam etti sözcükleri. Sözcükler habire beynimdeyken gözümün önüne görüntüler gelmeye başladı. O geceye dair şeyler görüyordum, ama o gece görmediğim şeyler görüyordum. Uzaktan yıldırımların gökyüzünü aydınlattığı bahçeyi, açılan bir kapıdan Terry'nin gidişini ve kuleyi görüyordum. Anlamaya çalıştım, cevap oradaydı, gözümün önündeydi ama göremiyordum, inside in outside out deyip duruyordum kendi kendime.
Uyandım sonra. Kitapların isimlerini hatırlamaya çalıştım ama nafile. Bu aralar çok stres altındayım galiba.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...