12 Eylül 2012 Çarşamba

I'd swear that I do not know exactly what I want**

ben istedim olayım şöyle
Kadınlar saçlarının şekline veya rengine veya ikisine birden birşeyler yapmaya başlamışlarsa bu durum, kesinlikle bir çeşit bunalıma ucundan kıyısından dokunmakta olduklarının göstergesidir - diye geçer tüm dünyanın genelgeçer yazısız kurallar kitabında.
Benim için saçımla oynamanın çok daha gelişmiş, seviye atlamış bir bunalım göstergesi olması artık yıllardan beri süregelen bir gerçek. Gidip saçma sapan birşeyler yapmaya başlamışsam saçıma bu gayet açıktır nettir : dibi kazıyorumdur. En basit haliyle, saçımı değiştirirsem kafamı, kafam sayesinde kişiliği, kişiliğim sayesinde de kör talihimi, makus kaderimi, lanet olasıca hayatımı değiştirebilirim zannediyorumdur. Çabalıyorumdur en umutsuz halimle.
Gene o haldeyim. Hatta o halin daha bile dibindeyim. Yaş ilerledikçe herşey daha da ulaşılmaz, daha da hayal, daha da acı oluyor. Ciddi ciddi çıldırmanın eşiğindeyim, size fazlasıyla belli edemiyorum. Neyse öyle sanıyorum ki bu durum, bundan sonraki pek çok dizi halinde postun konusu olacak, bir açacağım ağzımı burada böyle hep birlikte içimiz dışımız böğrümüz dibimiz kararacak. Ama dedim ya, sonraki postlara artık.
o oldu böyle
Şimdiki halim bu çemkirmeye başlamadan önceki anlamsız çırpınışlar durumu. Bir süre önce markette kutusunun üzerindeki rengi pek beğenip aldığım, banyoda bir köşeye koyup bakışıp durduğum saç boyasını en sonunda bu geçtiğimiz haftasonu denedim. Pek beğendim dediğim renk garnier'nin üzerinde saray kızılı yazan paketindeki renk. Niyeyse paketin üstündeki rengin benim kafamda da oluşacağını falan düşündüm yine o zaman öyle bir halde. Oysa biliyorum adım gibi, daha önce birkaç defa saç boyaları ile tecrübem var, neyin ne derece olacağını tahmin edebiliyorum. Gene aldım boyadım. Yaklaşık 2 saatin sonunda kafamın üstü açık kırmızı, gerisi aralarında alevler dansa başlamış kahverengi oldu. Öyle bir saçma durumdu ki burada ne ben anlatabilirim hakkınca, ne de siz gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Bir de o halde dışarı çıkıp başka bir saç boyası almak zorunda kaldım. Bunu ne örter hem de kendi saçımın rengine ne benzer diye bakınıp, yine garnier'nin çikolata kahvesinde karar kıldım. Aldım doğru eve boyamaya. Ama iki gün üst üste boyayı basınca kafaya acıdı tabi. Normalde yakmaz etmez beni. Bu sefer ikincide kafamın üstü bildiğiniz alev aldı gibime geldi. Dayandım, o saçma rengi yok edeceğim diye.
Bu ikinci 2 saatin sonunda ise o "çikolata"nın bitter olduğunu anladım, ben yanlış anlamışım en başta. Sütlü falan değilmiş, saçımın kendi rengiyle alakası yokmuş. Şimdiki halim kafamın üstü gölgede koyu kızıl-kahve, güneşte parıl parıl kırmızı, saçımın geri kalan kısmı uçlara doğru gittikçe koyulan bitter çikolata ile aralarında kırmızı ışıltılar şeklinde.
Natalia Oreiro'yu ilk tanıdığım bildiğim zamanlardan bu güne dek ara ara her görüşümde saçını değiştirmiş olurdu. Bir bakardım kazıtmış neredeyse, bir bakardım lüle lüle. Bir bakardım sarının en sarısı, bir bakardım zifiri karanlık. Derdim eskiden kendi kendine bu kadın ne renkli neşeli hareketli bir insan böyle diye. Kim bilir belki de sadece öyle görünüyordur.
ah naty vah naty
**Cambio Dolor'da der ya hani Naty "I'd swear that I do not know exactly what I want, but I know I'd die if I stay in the middle of it/That's why when I fly to other roads to know the real world/It's not late yet though I'm feeling like this now/And many fears appear, that won't let me think/And It's hard for me to think what's coming on/I trade pain, for freedom/I trade wounds for a dream that will help me to go on/I trade pain, happiness"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...