Her zamanki dikkatsizliğim ve salaklığım olmasaydı belki de daha uzun yıllar en sevdiğim, tek sevdiğim şair diye gezinip durduğum Orhan Veli'nin hikayelerinden bihaber olacaktım.
Geçenlerde iş yerinde bir törene katılmam gerekti. Gelen yazıya şöyle bir göz geçirip, dikkat etmeden okudum. "Yok artık etek ceket takım mı giymem gerekiyor daha neler" diyerek kalktım başından. E akıllı, bir doğru düzgün okusana senin için geçerli değil ki o. Neyse o akşam gittim eve, çok yorgunum, ertesi akşam çıkar bakarız bir takım buluruz dedim (tabiki evde önceden etek ceketim yoktu, daha neler). Ertesi gün oldu, annem aradı, öğle arasında Kızılay'dan bir şeyler bakalım dedi. Bir koşu çıktım iş yerinden, vakit az, otobüs bulacağım da gideceğim. Şans işte işten tanıdığım bir kadınla karşılaştım, bir yere gidiyordu arabasıyla gel seni de otobüs durağına bırakayım dedi. Arabaya bindiğimizdeyse "hadi neyse ben de Kızılay'a gitmiş olurum, seni götüreyim" dedi. Vardığımda tabiki annemden önce ulaşmış oldum, şu göbeğe yeni açılan avmde bir şeyler atıştırayım diye oturdum. Yemeğimin bitmesine yakın bir anne ve ufak oğlu masama oturabilmek için izin istedi. Koca masada tek başına olunca doğal olarak tabi dedim. Sonra çok oturmadan kalktım, annem gelene kadar birkaç yere bakayım diye çıktım. Baktım da, ama annem hala gelmemişti. Arayıp hangi taraftan geleceğini söyleyince tam karşıya geçeceği ışığın oraya gidip bekleyeyim dedim. Arkamda yıllar yıllar önce kapısında sabahın köründe Harry Potter kitabı beklediğim Yapı Kredi Yayınları duruyordu. İçeri girmekten hep çekinmişimdir orada, niye bilmiyorum, belki duruşu belki halinden. Gene sadece vitrine bakarken onu gördüm. Orhan Veli. Hoşgör Köftecisi. Öykü. Nasıl ya diye koşturdum içeri. O kadar deli görünüyor olmalıydım ki rafları düzelten, koliden kitap çıkaran elemanlar tuhaf tuhaf baktı, ben de az önce suç işlemişim de çaktırmamaya çalışıyormuşum gibi yan yan ilerledim. Sonunda elime geçirdiğim incecik kitapla kasanın önünde durdum. İndirim vardı hem de, 2 mi 3 mü liraya ne aldım kitabı. Ah bir de o Ara Güler kitabını alabileydim, nasıl içim gitti ama olsun.
Kitaptaki öyküler 1947-1950 arasında Tanin dergisinde yayınlanmış. Hoşgör Köftecisi, Kan, Baharın Ettikleri, Öğleden Sonra, İşsizlik, Denize Doğru Orhan Veli'nin öyküleri. Yaşasın Aşk ise William Saroyan'dan bir çevirisi. En sonunda da Bahadır Dülger'in 1947'de Tasvir'de yayınlanan Orhan Veli'yle öykü formatında yazdığı röportajı var. Ben kitaba resmen kuytu bir köşede hazine bulmuşum gibi davrandım açıkçası. Her bir öyküde biraz daha fazla anladım Orhan Veli'yi, yaşadığı dönemin Türkiye'sini, yıllar geçse de değişmeyen şeyleri. Okuyanların çok güzel düşünceleri var kitaba dair, benim gibi. Milliyet.com.tr'de Nilüfer Veldet "Ne kadar genç diyorum. Bu kadar güzel yazan ve iyi duygulara sahip olan bir insan böyle de erken gider mi kardeşim? Bencillik mi? Evet belki de bencillik. Biraz daha bizim köyde dursaydı da, şu 'Hoşgör Köftecisi' gibi hikaye kitapları olsaydı, iyi olmaz mıydı?" diye yazmış. Tersine Yarışan Atlar blogunda Meriç Güleç öykülerdeki Sait Faik etkisinden bahsetmiş, "Öykülerinde, büyük yazar Sait Faik'in etkileri yadsınamaz elbette. O yıllarda kalem sallayıp da Sait Faik'ten etkilenmemek ne mümkün? Bir anlamda birbirlerinin tersi gibidirler Orhan Veli'yle; Sait Faik'in de onca öykülerinin sonuna iliştirilen bir avuç şiiri vardır. Cânım Sait Faik de topu topu 47 sene yaşayabilecekti." demiş. Radikal'de ise Sennur Sezer "Eğer güzel bir dünyada yaşamak istiyorsanız böyle insanların bulunduğu yerlere gitmenizi öğütlüyor size Orhan Veli Kanık. Bu semtleri aramayın. Şimdilik Orhan Veli’nin öyküleriyle yetineceksiniz. İstanbul ’un biten kıyılarında boyaları atmış, tahtalarının macunları gevşemiş bir balıkçı kayığı bulamazsınız ki balık yasağında balıkçılarla birlikte içki içesiniz. ( Hem şimdilerde öyle açıkta içki içmek pek kolay da değil. Sahil, sandalları kaydıracak üstü renk renk sandallarla dolu çekekler, felekler/filenklerle dolu olsa bile ne fayda...)" yazmış, istesek de Orhan Veli havasını sadece artık öykülerde bulabileceğimizi söyleyerek.
Benim için kaderdi kitapla tanışmak, öyle diyorum ben artık. Bazı şeyleri görmemiz, bazı kitapları okumamız gerekiyordur belki de. O yazıyı yanlış anlamamış olsam o gün alışverişe gitmeyecektim örneğin. Ya da o kadın gel seni bırakayım diye yolunu değiştirmeseydi annemden erken varmayacaktım Kızılay'a. Oğluyla gelen kadın masama oturmasaydı daha çabuk kalkmayacaktım yemekten ve gidip dolaşmayacaktım oralarda. Hepsi bir şey içindi belki. Kendi uyuşuk aklımla varlığından uzun süre haberim olmayacak o kitabı işaret etti bana zorla kader belki de.
Belki de şairin işi, derdidir hala bir şeyler anlatmak çabası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder