27 Mayıs 2012 Pazar

yuvarlanan top

Geçen hafta bir gün, yine yürüyordum ben, otobüsten inmiş, karşıya geçmiş, parkın yanındaki eski kaldırımdan eve doğru. Hava ılık, rüzgar güzel, güneş zaten akşam güneşi. Hava, güneş, park, kaldırım her şey "ben" gibi de bir ben kendimi "ben" gibi hissetmiyorum. Malum, işten dönüyorum, üzerimde onların, toplumun, herkesin yaşıma, yerime, "olmam gereken" şeye biçtiği kıyafetler var. Kumaştan hallice pantolon, kırışırsa normandiya çıkartması başlatabilecek gömlek, omzuma da mis gibi sırt çantaları varken neden böyle bir şeye kalkışılmış bir türlü anlayamadığım o çantalardan birini takmışım, yürüyorum. Dışımdaki bu "kabuk" içime sızmaya çalışıyor, artık o kadar saat üzerimde dura dura. Bıkkınım, bunalmışım, ayaklarım acıyor. Yürüyorum.
Sağ yanımdaki yolun kenarında her akşam orada olup, oyun oynayan çocuklar vardı. "Abla" türünden birşeyler duydum ama anlam veremedim, ilerledim. Neredeyse görüş alanımdan çıkıyordu ki çocuklar ve onların oyun alanları, bir top, oynanmaktan aşınmış, sokak görmüş, sokakta büyümüş bir ufak top yavaş yavaş yanıma yuvarlandı. Hiç düşünmedim, bir saniye bile beklemedim, ayaklarım kendi kendine hareket etti. Döndüm, yolun ortasına indim ve topa dokundum. Peşi sıra gelmekte olan çocuğa geri döndü top. Şaşkındı o, belki birkaç dakika önce bir ihtimal toplarını geri yollayabileceğini düşündükleri "abla" topu tam da onlar gibi, tam da onun ayaklarına indirince şaşırdı. Ben vurdum, top yuvarlandı, çocuğun ayaklarını buldu. Ben döndüm arkamı, yolumu yürümeye devam ettim. Ama öyle bir hissettim ki, o kısacık saniyeler içinde içimi dolduran öyle bir şeydi ki. Uzun, çok uzun zamandır hissetmediğim bir şeydi. Oradaydı, orada olduğunu biliyordum. Sadece artık unutmamak için o kadar fazla çabalamam gerekiyordu ki neredeyse korkudan korkuyor hale gelmiştim. Gün boyu anlamsız bir şekilde oradan oraya dolaşan ayağımın o topa dokunduğunda, vuruşumla hız kazanıp, tam da olması gereken yere ulaştığında tüm damarlarıma, tüm kaslarıma, tüm hücrelerime geri döndü bir şey. Üstüme yükledikleri her şey, üstüme oturtmaya çalıştıkları her şey uçtu gitti. "Ben" oldum yine o vuruşla, kendimi hissettim, olmam gerektiği için veya düzgün görünmek için değil tamamen kendim için dikleşti bedenim. Hiç yürümediğim kadar dik yürüdüm. Tüm hava ciğerlerime doldu, "ben"dim yine, kiraz ağaçlarının tepesine çıkan, çamurdan eşyalar yapan, bisikletten yuvarlanan, havada tekme atmaya çalışırken arkası üstü löp diye toprağa oturan, market poşetiyle ilk tutan karın üstünde gece vakti kayan, kasetlerden kule yapıp ranzaya tırmanmanın yüz farklı yolunu bulmaya çalışan...
Ben'dim, oradaydım. Ne yaparlarsa yapsınlar, neleri yakıştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar, orada bir yerde, içimde, o topa vuruşumu benden alamayacaklar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...