Olmadı. Bu sene - yanlış hatırlamıyorsam ki kesin yanlış hatırlıyorumdur çünkü bir yerden sonra artık hesabını tutamaz oldum, olduk - kasımla birlikte gelen kar, hiç gitmedi. Son iki gündür de hiç durmadan yağıyor. Kah ince ince yağmur gibi, kah lapa lapa. En kötüsü ve en önemli farkıysa, öğrenci değilim ! Tatil olacak diye haberleri, altyazılar beklemiyorum. Sadece pencereden bakıp, lanet olsun diyorum. Sabah olacak ve ben yine o karın, tipinin, soğuğun içine bodoslama dalmak zorunda kalacağım. Diyorum.
Çalışmaya alışamadım. Hiç alışamadım. Hiç alışamayacağım. Mümkünü yok. İnsan doğasına aykırı olan bu durum, benim bünyemde çok daha büyük dirençler yaratıyor. Hem fiziken, hem ruhen. O yüzden arada saçma şeyler oluyor (devamlı oluyor gerçi).
Bu sabah da çıktım evden. Tipi vardı. Evet bildiğiniz tipi. Ama insanlar hiçbir şey yokmuş gibi otobüslere, servislere, dolmuşlara koşturuyor. İşe başladığımdan beri - ve manyak kar bitmediğinden beri - her sabah aynı şaşkınlıkla bakıyorum etraftaki insanlara. Deli misiniz diye bağırasım geliyor. Nasıl uğraşıyorsunuz bu kadar? Hava o kadar kötü, yollar o kadar berbat ve herşey o kadar zor ki, anlayamıyorum. Algılayamıyorum. Neden uğraşıyorsunuz? Neden işe gitmeye çalışıyorsunuz? Neden bekliyoruz o durakta hep birlikte? Daha gözlerimizde çapaklar dururken neden zorla günaydın demek zorunda kalıyoruz birbirimize?
Bu sabah da dedim günaydın. Bindim de servise. Donuyordum doğal olarak. Yol boyu devam ettim donmaya. İki aydır bitiremediğim dergiyi okumaya devam ettim.
Peki ne mi yaptım? Tere suya karışmış, kara bulanmış halde gittim, Mado'ya oturdum. Bir güzel kahvaltı yaptım. Hayatımda bu kadar yedim mi bilmem. O bal, o portakal reçeli, o gül reçeli, o börek, o ekmek, o çay bu kadar güzel oldu mu ömrümde bilmem. Kulağıma çalınan melodilerle, bu sefer de kendimi Paris'te, kaldırımdaki ufak bir masada oturmuş, latte içerken hayal ettim. Marion Cotillard'ı görmüş de el sallıyormuşum gibi yaptım. Belki birazdan Louis Garrel gelip otururdu karşımdaki sandalyeye. Laflardık. Ya da sadece bakışırdık, o bakardı, ben Edith Piaf dinlemeye devam ederdim.
Merak etmeyin, eğitime de gittim. Öğleden sonra. Hiçbir şey olmamış gibi. Ne o gül reçelini tatmamışım, ne besamo mucho dinlememişim, ne de rocky olmamışım gibi. Bir de yalan söyledim, tam da yalan olmasa bile, nerede olduğumu ne yaptığımı söylememek de yalanın ucu kıyısı sayılabilir. E ne yapsaydım, delirmek üzereydim artık. Ama kanımca ettiklerim kanunlara aykırı oluyor bir miktar. (Tabi buraya yazarak kimseye söylememiş oluyorum ;) )
Olsun, gene de akşam eve geldim ve resimdekilerle karşılaştım. Şimdi de ver elini Aşiyan, yeditepe, rakı şişesi, balık, pelopennesos, thermophilai, sparta..."Beni bu güzel havalar mahvetti, Böyle havada istifa ettim Evkaftaki memuriyetimden."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder