26 Aralık 2011 Pazartesi

"Shall we call this a lesson learned?"

Şimdi ben arada böyle rüya görüyorum ya, bir de anlatıyorum hani saçmalıklarına müteakip. Daha önce bahsetmiştim o yüzden hatırlarsanız, böyle düzenli aralıklarla Tom'u görürüm diye. Tom dediğim de bir nevi kod ad, demiştim hani. Kendisi kanlı, canlı bir insan.
Haftasonu gene çıktı karşıma. Rüyada. Uzunca bir masada yemek yenecekti böyle bir Son Akşam Yemeği havasında. Böyle bildiğiniz loş bir ortam. Sanki kafe değil de yerin dibi. Girdim içeri, böyle gördüklerimle sırasıyla merhabalaşıp, öpüşüp sarılırken sıra bizim Tom'a geldi. Gelmiş yani, farkında değildim onun orada olduğunun. Uzun zamandır görmüyordum rüyamda. İşin tuhaf yanı rüyada olduğumu da hep biliyor olmam bir yandan. Bu yüzden de düşünüyordum o sırada, alla alla bunun ne işi var burada diye. Sonra bir süre yemek falan yedik işte, muhabbet falan. Birşeyler oldu tabi ama hatırlayamıyorum tam. Tek net hatırladığım şey habire niye bu burada ya, gene gördüm nerden çıktı bu gene diye düşünüyor olmamdı. Sonra tuvalete gitmek için kalktım yerimden, bu sefer yine bir süredir görmediğim (gerçek hayatta da görmediğim) bir arkadaşımla gittik tuvalete (evet efendim kızlar tuvalete hep birlikte giderler, öyle manasız-içgüdüsel bir kuraldır bu). Tuvaletin de tavşan deliği gibi bir küçük bir girişi vardı ana girişinin yanında. Böyle duvarda, su borularının yanından ilerleyince bulunabilen. Evet bir miktar da "Chamber of Secrets" teması taşımıyor değildi. Nerden gireceğimi ne yöne gideceğimi şaşırdım durdum. Bir süre tuvalette oyalandık böyle sanki bir olayı çözmeye çalışıyor gibi. Artık tuvalette ne olayı varsa.
İşin bana tuhaf gelen yanı - ki bu adıma kadar tuhaf değildi yani - bu genellikle Tom'u gördüğüm rüyalardan sonra baya bir sarsılmış uyanırım. Böyle içimde tarif edemediğim şeyler olur. Kendime kızarım, bir yandan çok mutlu olmuşumdur, bir yandan niye gördüm gene, düşünüyor muyum gene diye dövünürüm. "Düm" . Dövünürdüm yani. Bu sefer sadece uyandım ve bıkkındım. Peh dedim. Amaan dedim. Tamam gene bir miktar, belli bir miktar mutluluk verdi içime, vermedi değil. Ama eskisi gibi değildi. O hayatımı, aklımı başımı alt üst ettiği zamanlardaki gibi değildi. İnsan herşeyin üstesinden gelebiliyormuş yani. Bunu gayet somut bir şekilde yaşamış oldum. Bazı insanlar ömür boyunca sizinle olabilecek olabilir. Olacaklardır da, siz isteseniz de istemeseniz de. İçinizde bir yerde, başka hiç bir şeyin etkileyemeyeceği bir yerde durmaya, yumuşak noktanız olmaya devam edecekler. Önemli olan onları ordan çıkarmaya uğraşmamanız gerektiği. Çıkarmaya çabalamayın, çıkmıyorlar çünkü. Çıkmaları da gerekmiyor sizin hayatınıza devam edebilmeniz için. Sadece bunu kabullenmeniz gerekiyor. Hep orda, sizinle olacaklarını kabullenmeniz. Bunu anladığınızda, onlarla - içinizdekilerle -  yaşamayı öğrendiğinizde herşey halloluyor. Tamam yine acıtıyor arada, hafifçe sersemletiyor da. Ama çarpmıyor, vurmuyor, yere çalmıyor. Sadece odasını değiştirmiş oluyorsunuz kabullenince. Aa Tom, sen oraya mı geçtin, iyi iyi, rahatsındır inşallah, ben de rahatım böyle. Diyorsunuz.
Neyse, onu demek istedim işte gece gece. Bir yıl konuşmadan durabilirim, kimseye birşey anlatmaya çalışmam, hiç bir insan yüzü görmesem bile bana mısın demem. Ama yazmazsam, oturup iki cümle kurmazsam boğulacak gibi oluyorum da, ondan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...