25 Kasım 2011 Cuma

i don't have a choise but i'd still choose you

Şimdi ben böyle bu ara çok mutsuzum ya, mutsuzluktan da öte çok saçmasapan bir dönemindeyim ya hayatımın, hiçbir şey yapmıyormuşum gibi görünüyor olabilir. Yalandır, aldatıcı bir görünüştür. Sadece onları değil de, kafamda dönenleri anlatasım geliyor sadece, sebep o. Yoksa Kralların Çarpışması bitti koca koca iki cilt, Jan Valjan'lı maceralara da devam ettim arada. Life's Too Short başladı onca zamandır Warvick Davis anlata anlata bitiremiyorken. İyi de gidiyor şimdilik, ilk bölümünde Liam ustam vardı, ikincisinde de Johnny. Northern Exposure'un ikinci sezonu ve My So-Called Life'da da çaprazlama ilerliyorum tabi (torrentin izin verdiği ölçüde.). Senelik Twilight görevimi de yerine getirdim, aksatmadım. Gittim güzel güzel en ergen ruh halimi bürünüp, hemen vizyona girdiği günün akşamı izledim, bol bol güldüm, kıkırdadım, kan tuttu vs. İzliyorum yani anlayacağınız, okuyorum da.
Ama dinliyorum da bir yandan. Herşey için çimdik kadar vaktim kaldığından yapabildiğim en doğal gelişen aktivite müzik dinlemek oluyor haliyle. Yolda, orda burda. Havalar İskandinavya'ya bu denli özenmişken, etraf senkronize olarak burnunu çekip öksüren insanlarla dolduğundan bayılıyorum da zaten kulağımı tıkayabilecek şeylere şu ara.
Dün akşam şeyi keşfettim mesela. Tam üşümekten artık yere bile bastığımı hissedemez hale gelmiştim ki kulağımdaki playlistte birden Paolo'nun (Nutini) sesi belirdi. Bir süredir dinlememiş olduğumu fark ettim. Dahası o kadar Dirty Dancing soundtrack'i şarkıları bile yapamamışken, ısıttı beni. Paolo'nun sesini duyunca böyle sıcak bir esti içimde. Memnunum kendisinden.
Ve de ne kadar özlemişim. "Grant my last request and just let me hold you, dont shrug your shoulders, lay down beside me" diyordu mesela bugün Paolo. "I'm no wiser than the fool that i was before." demesi de ilginç geldi sonra. O kadar da duydum halbuki. Her seferinde de bir önceki seferinden daha da fazla hak verdim üstelik. Daha da ilginci Paolo'nun sesine Joy ve John Paul'ünkiler de eklendi bir süre sonra. "You only know what i want you to, i know everything you don't want me to" diyordu onlar da. Bilmemi beklemediğin şeyleri de biliyorum, görüyorum, ama zaten önemsememi de beklediğini zannetmiyorum dedim ben de içimden. Alakasız şeyler aklıma geldi. Tıpkı duşta Xanaduuuu diye aklımda şarkının dolanması gibiydi.
Hiçbir konuda, hayatımın hiçbir alanında bu "mücadelenin", kararsızlıkların, çelişkilerin bitmeyeceğine karar verdim sonunda. Bitmiyor yani. Oldu, olmadı, öyleydi, böyleydi, miydi, acaba mı ki?
Sanırım benim asla gerçek anlamda bir cevaba sahip olmam gerekmiyormuş.
"your mouth is poison, your mouth is wine..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...