-Limerick'te kaç kardeşin var, Tom?
-Yeterince, neden sordun?
-Kardeşlerinin adları ne? Onlar...Kime bel bağlamış
durumdalar? Şanına leke düştü! Müsriflik ve hovardalığın aslında çok yararlı
bir numaraymış.
-Para kazanabilirim.
- Yeterli olmaz.
-Yükselebilirim.
-Yüksek mahkeme hakimi düşmanın, karın da beş parasızken mi?
Tanrı bilir, kaç ağız senden nafaka bekliyor! Bir tanem, canım arkadaşım,
batacaksın ve hepimiz seninle beraber batacağız.
- Başara...Hayır, yapma Jane! Senden asla vazgeçmem!
- Tom...
- Ne konuş, ne de düşün! Sadece beni sev. Beni seviyor
musun?
-Evet! Ama aşkımız ailene zarar verecek olursa, kendine de
zarar verecektir.
- Hayır!
-Evet! Suç, pişmanlık ve sorumlu tutma, zaman içinde,
aşkımızı bayağı bir hale getirecektir.
-Saçmalık bu!
-Gerçek bu! Çelişkilerden ibaret bir gerçek! Ama bu gerçeği
gülümseyerek karşılamalıyız. Yoksa, sahte bir şeyleri paylaşıp, birbirimizi hiç
sevmemiş olduğumuzu kabul edeceğim.
-Lütfen!
-Hoşçakal!
Kalkıp, yürüyüp giderken Jane, geride bıraktığı Tom'un kalbinden daha da fazla çiğnemiştir aslında kendi kalbini. O "Hoşçakal"ın ona nelere mal olduğunu, "Lütfen" diye karşısında parçalanan Tom'un o son bakışına dayanabilerek, hoşçakal diyebilmenin nasıl birşey olduğunu anlamaya başlıyorum şu an. Kötü. Çok kötü bir duygu. İnsanın içini acıtıyor. Ciğerlerinizden tüm nefesinizi yavaş yavaş çekiyorlarmış gibi. Kemiklerinizden taşlarla etlerinizi sıyırıyorlarmış gibi. Bu kadar acı çekerken kalkıp, gidebilmenin güçlülük olduğunu düşünür değil mi insan? Emin değilim artık. Acı çekmeye karar vermek zayıflıktır belki. O kararı almak zayıflıktır belki. Bir çelişkiye, karşılaştığımız bir zorluğa "gerçek" demek, işin kolayına kaçmaktır belki.
"Affection is desirable. Money is absolutely indispensable!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder