18 Ağustos 2011 Perşembe

Sitting, Waiting, Wishing

Bir canım sıkkın. Bir hayati fonksiyonlarımı minimuma indirmiş haldeyim. Nefes alıyorum, bakıyorum, okuyorum. İzlemiyorum bile, sadece bakıyorum. Ha yok, hayır, öyle bunalım, depresyon ya da ne bileyim o türden hallerde değilim. Sadece sıkıldım.
Beklemekten olabilir. Öyle bekliyorum çünkü bu ara. Dağın tepesinden ne olmuşsa olmuş, düşmeye yeltenmiş bir miktar kar gibi, yığıla yığıla, yuvarlana yuvarlana, vadinin tabanına doğru gelmekte olan haberleri, neticeleri bekliyorum. Hayatımın her döneminde bekliyordum, o ayrı. Çünkü 8 yaşındayken 12 yaşımı bekliyordum. 12 yaşımdayken 18'in hayalini kuruyordum. 18 olunca birden tepetaklak oldu herşey tabi, 30'u beklemediğime karar vermekle meşguldüm.
Arada blogları okuyorum ordan burdan. Tesadüfen rastladıklarımı, tavsiye edilenleri, merak ettiklerimi. Bir süredir de gülümseyerek okuduğumu fark ettim birçoğunu. Bazı şeyler okuyorum mesela, tıpkı kendi 18 yaşımı hatırlatıyor. Bazı düşünceler görüyorum, aynısını düşündüğüm 14 yaşım gözümün önüne geliyor. Çoğu üniversitedeki halimi hatırlatıyor mesela. O an oturup, düzinelerce satır dökmek istiyorum o duyguların sahiplerine. Aynısını yaşadım ben diyesim geliyor, bağırasım geliyor sesimi duyurmak için. Böyle yapmayın, bu kadar yapmayın demek istiyorum. Bunun hiçbir önemi yok, olmadığını göreceksin diyebilmek istiyorum. Anlatmak istiyorum, aynı şekilde başlayan-devam eden ama bu şekilde biten bir hikayenin onların da içinde olduğundan farklı olmadığını görebilmelerini istiyorum.
Geçenlerde arkadaşım - Kay diyelim hadi ona da - Kay, kahvaltıda konuşurken, insanlara bunalım zamanlarında, çıkış yolu görmediklerinde veya herşeyin kötü gittiğini düşündüklerinde çok iyi yardım ettiğimi söyledi. Karşımdakine o durumun nasıl düzeleceğini anlatabiliyormuşum, onu gerçekten herşeyin düzeleceğine inandırabiliyormuşum. Diğer arkadaşım Sun da onayladı, durumun aslında güzel olabileceğini gösterebiliyormuşum. Şaşırdım haliyle. Onca depresyon zamanında, karşılaştığımız insanı yaşlandıran-yıprandıran salak saçma zamanlarda, söylediğim o kadar şeyin aslında dinlendiğini, dahası işe yaradığını  bilmek değişik bir duyguydu. Gerçekten beni dinlemişler dedim kendi kendime, gerçekten iyi şeyler düşünmelerini sağlayabilmişim, yardım edebilmişim. Ama rollerin değişmesi durumunda benim tamamen umutsuz bir vaka olduğumu da eklediler bunun ardından. Kötü bir hale düştüğünü düşünen, bunalıma giren bensem ve karşımda bir başkası bana benim onlara yaptığım yardımı yapmaya çalışıyorsa, durum umutsuz oluyormuş. Kimseyi dinlemiyormuşum, dediklerine zerre kadar inanmıyormuşum, durumumun çözümsüz olduğuna olan sarsılmaz inancım onları da, mantıklı çözümlerini de bertaraf ediyormuş. Sadece kendi umutsuz düşüncelerim mantıklı geliyormuş o anda bana. Aynı durumda karşımdakine söylediğim yardım cümlelerini kendime söyleyemiyormuşum bir anlamda. Farkında değildim bu gerçeğin de, söylediklerinde anladım.
Öyle zamanlarımı hatırladım şimdi de. Gerçekten öyle miydim diye. Çok haklılar. Yerden göğe kadar haklılar. Kendi halim gözümün önüne geliyor, çok net. Hiçbir şeyin beni o durumdan çıkaramayacağını düşünüşüm dün gibi aklımda. Herşeyin nasıl da bitmiş gibi geldiği. O an oracıkta nefes almayı bırakıp, hiçbir şey hissetmemeyi dilediğimi, hatta bunun için yalvardığımı bile hatırlayabiliyorum. Kalbimin hala atıyor olmasına bir anlam veremediğim zamanları da biliyorum. Evin içinde hayalet gibi dolaştığımı, yüz kaslarımın bir tekini bile günlerce oynatmadığımı gözlerimin önüne getirebiliyorum.
İşte böyle zamanlarımı bildiğimden, şimdi çok sıkılıyorum. Hani filmlerin klasik senaryosudur, çok dipteki kahramanımız aradan uzun uzun yıllar geçtikten sonra kameranın karşına artık göğe yükselmiş bir insan olarak geçer ya, aynen öyle bir haldeyim. Tüm o düşündüklerimi nasıl düşündüğümü hatırlayabiliyorum ama şu an öyle düşünmüyorum örneğin. Ha tabi şey durumu da değil öyle demeye çalışmadım, tüm dertlerimden arındım efendime söyleyim her bir şeyi hallettim, hiçbir şeyi kafama takmıyorum falan değil. Daha farklı bir durum. Yani eskisi gibi değilim ama bu daha tuhaf bir durum şu anki.
Korku durumu. Hani Sheldon'ın The Big Bang Theory'nin bir bölümünde üst kata yeni komşular taşınacağını öğrendiğinde dediği gibi "Horrorrr!" durumu (Bknz:www.youtube.com/watch?v=mVujcS4zy0s). Gelecek şeylerden korkuyorum. Zamanın önüme çıkaracağını bildiklerimden korkuyorum. İlk başta kendim koşuyorken aşağıya, şimdi yuvarlanarak indiğim için ve aşağıyı göremediğim için tutunmaya çalışıyorum yarı yolda. Durdurmaya çalışıyorum çığı. İlk başta aşağıda ne olduğunu öğrenmek için-ve büyük oranda beklediğim şey olduğunu görebilmek için-koşuyordum ama artık biliyorum ordakini ve kesinlikle beklediğim veya umduğum şey değil.
Çok pis korkuyorum o yüzden. Şimdiye kadar hep soyut durumlardan korktum zaten. Karanlıktan korkmadım, yüksekten korkmamaya çalıştım, hızlı giden arabanın içinde olmak belli bir ürperti verdi o yalan değil. Ama ciddi ciddi korktuğum tek şey başarısızlık oldu hep. Kontrol edememe. Durumun iplerini elimde tutamama. Gücün bende olduğunu bilememe. Ne kadar korktuysam hep onaylanmamaktan korktum böylece. Başarılı olup, karşımdakine kendimi onaylatamamaktan. Ne yapıyor olursam olayım, onu hep en iyi yapan olamamaktan. Bilememekten daha da çok korktum. Çünkü bilmiyorsam, başarısız oldum demekti. Saygıyı kaybettim demekti. İnsanları etkileyemediysem, saygılarını kazanamadıysam, benden hoşlanmalarının sağlayamadıysam, kaybettim demekti, başarısız oldum demekti ve başarısızlıktan diğer herşeyden daha fazla korkarım.
Şimdi de aynısı oluyor. Saatler, günler ilerledikçe daha çok korkuyorum. Okula ikinci dönemim için geri dönüp de tüm yaz elde var sıfırları oynadığımı söylemekten korkuyorum. Hayatım boyunca hayalini kurduğum şeyin hakkında hiçbir şey bilmediğimi görmelerinden korkuyorum. Dahası bilmediğim için bunu onların da fark ettiğini biliyorum ve onları kazanamadığım için sinirleniyorum. Kendime sinirleniyorum. Sinirlendikçe daha çok korkuyorum. Çabalarım işe yaramayacak diye korkuyorum. İşe başladığımda artık çok daha geniş bir insan topluluğunun ne kadar salak olduğumu anlamasından korkuyorum. Bilmem gereken şeylerden bihaber olmamı anlayamayacaklarından, mantıklarının bunu kabul etmeyeceğinden korkuyorum. Onları da kazanamayacağımdan korkuyorum. Kendimi önemsetemeyeceğimden korkuyorum.
İliklerime kadar korkuyorum yani şu aralar. Hiçbir yeni ortama girmek istemiyorum. İnsanların arasına girmek zorunda kalmak istemiyorum. Kendi kendime bekledikçe, ne kadar bu halde vakit geçirebildiğimi fark ettim bir de. Kendimle saatler geçirebiliyorum ve bunu fark etmiyorum bile. İşin kötüsü, hayatım boyunca gerçekten başka birisinin varlığına ihtiyaç duyduğumu da hatırlamıyorum. Bir gün bile durup da "ya şimdi biri daha olsaydı şöyle iyi olurdu böyle iyi olurdu" demedim ben. En dibe vurduğumu düşündüğüm anlarda bile biriyle konuşma ihtiyacı hissetmedim. Hani dizinin en nevrotik kahramanı sevgilisinden acı dolu bir halde ayrıldıktan sonra arkadaşına sarılır ve der ya "şu an yalnız kalmak istemiyorum, lütfen yanımda kal" bilmem ne. Ben ömrümce hiç öyle hissetmedim, aksine her öylesi bir durumda yalnız kalmak istedim, daha da yalnız olmak istedim, kimse görmesin istedim, kimseyi de görmeyeyim istedim. İnsanlar hep fazlalık geldi bana, onlar bana ihtiyaç duysa da.
Ve bu yüzden daha da korkuyorum. Çünkü böyle hissetmeye devam etmemeliyim. Etmemem gerektiğini biliyorum. Yanlış bu. Normal değil. İnsanca değil. Ciddi ciddi korkuyorum, ya ömrümde bir daha kimseye ihtiyaç duymazsam? Ya gerçekten birine ihtiyaç duymazsam? Yalnız olmayı sevemem, sevmemeliyim. Birine ihtiyaç duymam gerek. Birinin yardımı kabul edebiliyor olmam gerek. Herşeyi kendim hallettiğimi bilmeye devam edemem. Birinin hep yanımda olmasını istiyor olabilmem gerek. Herkese vazgeçilebilir gözüyle bakmak normal değil. Birinden tam hoşlanabilecekken vazgeçilmez olmayacağını düşünmeye zorlayarak geri çekmemem gerek kendimi. Peyton "People always leave." diye ağlaya zırlaya insanları yanında tutmak için yalvarırdı ya, ben "People always leave." diye hiçbirine yeteri kadar bağlamıyorum kendimi. Bağlanmıyorum, nasıl olsa öyle gün gelip de beni önemsemeyi bıraktıkları bir an gelecek çünkü diye. Onlar benden vazgeçmeden, ben onlara ihtiyaç duymuyor oluyorum böylece en başından beri.
Hayatım boyunca kimseye ihtiyaç duymayacağımdan korkuyorum. Canım sıkılıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...