28 Aralık 2015 Pazartesi

günlükler defterler ve o koskoca boşluk

Çok tuhaf oldum şu an. Saat 11'e gelirken kaç gündür aklımdaydı bir türlü yapamadım dediğim bir işe giriştim, yatağın altındaki öylece tıkıştırdığım yazlıkları çıkarıp dolabın kitap yığdığım tarafına güzelce yerleştirecek, kitapları da yatağın altına yığacaktım. O kitap yığınının içinde uzun zamandır unuttuğum birşeylere rastladım. Eski bir klasörün içine gizlediğim günlüklerim. 1999'dan 2011'e, yazmak için gerçekten bir nedenim-kafamın içindeki artık susturamadığım seslerin- olduğu o yıldan neverland'i açtığım yıla kadar. 3 eski ajandaya sıkıştırılmış kaybolmuş gitmiş yıllar. Eskiden açıp açıp kimi bölümleri okur, tazelerdim hatıralarımı. Çook uzun zamandır varlıklarını bile unutmuşum. Hipnotize olmuş bir şekilde yere çöküp kaldım, okumaya başladım, zamanı mekanı kaybederek. Az önce kafamı kaldırdığımda o kadar kötü hissettim ki. Anlayamadım önce. Öyle ya eskiden de okurdum, gülerdim, yaa öyle mi olmuştu hakkaten der geçerdim. Şimdi birşeyler oturdu içime. Böyle tarif edemediğim bir his çöreklendi üstüme. Anlayamadım, anlatamıyorum. Bazı şarkılarla, şiirlerle ilk defa tanıştığım zamanları okudum mesela. Bir tuhaf oldum. Hem bir o kadar yabancı hissettim o satırları yazan çocuğa-gence, hem de bir o kadar aynı kaldığımı için için fark ettiğim için kötü oldum. Herkes ve herşeyin, etrafımdaki dünyanın tamamen büyüyüp geliştiğini ve benim o satırları yazan, o gazeteden kesilmiş şeyleri yapıştıran aynı salak kız olarak kaldığımı fark ettim. Öyle bir koydu ki içime. Durdum kaldım. 16 sene önce yazdığım şeyin peşinde amaçsızca savrulduğum gerçeği küt diye indi başıma. 16 sene önce arkeolog olacağım evlenmeyeceğim kimseye eyvallahım olmayacak diye tutturmuş o kızın dediklerini yapıyorum tam da şimdi, olması gerekenden o kızın olacağını zannettiğinden çok daha sonra. Ve saçma bir şekilde. Çok saçma geldim kendime bir anda, eski, dökülmekte olan ajandayı elimde tutarken. Bir arpa boyu yol kat edememişim. Bir gram büyümemiş aklım. Hakikaten o şeffaf balonumun içinden bir an bile olsun uzatmamışım kafamı. Gerçek o kadar yoğun bir sis gibi çöktü ki üzerime. Daha kötüsüyse, o defterlere yazdıklarımın peşinden geldiğim şu noktada aslında bu peşinden geldiğim hiçbir duyguyu taşımıyor olduğumu fark etmemdi. Yüksek lisansa başladıktan 4 ay sonra, şu an içimde gram arkeoloji sevgisi kalmadı. Elim gitmiyor sınavlara çalışmaya. Eskiden - daha 4 ay öncesine kadar - nette orda burda az bir arkeoloji haberinin peşinden koşarken ne olmuş ne bitmiş diye aç bir halde okur yutarken, şimdi tek bir kelime bile görmeye dayanamıyorum. O defterlere sayfalarca anlattığım adama şu an hiçbir şey hissetmiyorum, hissedemiyorum, içim bomboş olmuş gibi. Bir süpürgeyle tüm havasını boşaltmışlar gibi içimin. Hiçbir şeye hiç kimseye karşı bir şey hissedemiyor olduğumu fark ettim yerde çökmüşken. Sevdiğimi sandığım hiçbir şeyi sevmiyormuşum. Sadece o defterleri yazan kızın gölgesiymişim gibi. Çiçekler solduktan çok sonra hala o kokuyu takip ediyormuşum sanki, aslında koklamıyorum, aslında artık güzel bile gelmiyor o koku gibi. Neden böyle oldu bilmiyorum. Salak saçma çocuk zırvalamaları neden bu kadar koydu bilmiyorum. Birden herşey kafamın üstüne düştü sanki. Kocaman, rahatsız, uyuşuk bir uykudan birden yataktan düşerek uyandım sanki. Kim olduğumu bilemedim. O defterlerdeki kız değilim, gölgesiyim ama kendisi değilim. Bir yandan da o kızım diye kendimi çok kötü hissediyorum. Hem o'yum hem de değilim diye çok berbat hissediyorum. Kim olduğuma, ne hissettiğime, ne düşündüğüme karar veremiyorum. Koskoca bir boşluk gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...