En son müzik dinlemenin içinde kaybolmuşum gibi görünüyor değil mi? Bir ayı geçmiş en son yazalı. Aslında baya hızlı ve çetrefilli bir 34 gün olduğu için yazamadım. Haziran'ın başındaki o birkaç günlük bayram tatilinde kendime zaman tanımak istedim, annemlerin yanına gitmedim, evimde oturayım dedim. Nasıl geçtiğini anlamadım o 4 günün gerçi. Çok büyük umutlar beslemiştim o 4 gün için. Geri kaldığım her şeyi bir anda yakalayabileceğim, hayatımı yoluna koyabileceğim mucizevi bir dört gün olmalıydı tabiki ama olmadı haliyle.
Bayramdan sonraki hafta işe gittim ama sonrasında yıllık iznimden aldım. O zamandan bu yana izindeydim yani. Ve yine dinlenmek ya da tatil yapmak için almadığım bir izin daha oldu bu. 13-14-15'inde A ve G ile minik bir Amasra yapalım dedik. T bize küstüğünden beri bir fırsatını bulup, bir şeyler yapamamıştık. Üçümüzün de kafası geçirdiğimiz bu saçma sapan baharın ardından şöyle kumsalda yatmalı, balıklı mezeli akşam sofralarında uzun uzun içimizi dökmeli bir tatile ihtiyaç duyuyordu. O üç günü tatil sayabilirim tabi ama yine uyuyamadığım için yorgun argın döndüğüm bir tatilimsi olduğunu da gözardı edemem. Artık resmi olarak kabullendim sayılır, böyle başkalarıyla birlikte bir otel odasında mümkünatı yok uyuyamıyorum. Evde kendi başıma, kendi yarattığım sessizliğe çok alıştığımdan belki de. Ama sanırım sadece ses-gürültü olayıyla da alakası yok, direkt başka bir canlının olması durumu beni ayık tutan. Abimlerin köpeği varken de uyuyamamıştım mesela. Bilmiyorum, beynim bir savunma halinde ya da tetikte beklemeye başlıyor. Bir türlü uykuya dalamıyorum. Amasra'ya gittiğimiz ilk gece de o kadar yol gittikten ve yorulduktan sonra gece boyu gözümü kırpmadım. Çok yorgunken ve çok uyumak isterken uyuyamayınca da kabus gibi oluyor gece. Ertesi gün keyif almaya çalıştım ama sıfır uykuyla en son kumsalda kendimden geçmek üzereydim güneşin altında.
Neyse yine de iyi gelen bir kaçamak oldu bu 3 gün. 2021'den beri T'siz hiçbir yere gidememenin verdiği o histen kurtulunca gerçekten rahatlamış hissettim. Ne kadar rahatladığımı fark edince de onun varlığının, arkadaşlık adı altında üstümde oluşturduğu her şeyin beni ne kadar boğduğunu gördüm. Yani şu hayatta ne çektiysem insanların benimle arkadaş olmak istemelerinden çektim sanırım. İnsanların sevgi olduğunu düşündükleri ama aslında sadece başka bir şey olan hareketlerinden çektim. Aman yanlış bir şey mi söyledim acaba alınır mı, şimdi bunu dedim ama başka bir anlama da gelebilir miydi ki bu söylediğim açıklasa mıydım, bu espriyi yaptım ama espri olduğunu bile anlamadı sorun bende mi acaba böyle espri yapılmaz mı, burayı şimdi beğenmezsem çok mu elitist olurum sesimi çıkarmasam mı, bunlar da yenilecek içilecek gibi değil ama yine züppelik mi tasladığımı düşünür acaba, burada bunu söylemeyeyim en iyisi o hiç duymamıştır çünkü onun bilmediği şeylerden bahsedince kendini iyice küçük hisseder sonra...diye her an kendimi yemeden geçirebildiğim bir 3 gün oldu.
Amasra'dan döndükten sonra bir gün evde dinlendim, sonra köye doğru yola çıktım. İki gün de orada dinlendikten sonra, annemlerle beraber bir gezelim dedik. Zaten bu izni almamın sebebi buydu. Annemleri gezdirmekti amacım. İlk düşüncem güneydoğu turu gibi bir şeydi ama bu mevsimde iki 65 yaş insan için zorlayıcı olurdu, izin almak için de ancak bu zaman uygundu. O yüzden en fazla doğuya doğru gidebiliriz diye düşündük. Onlar gençken, ben 2-3 yaşlarındayken tayin oldukları ve kaldıkları yerleri görmek istediler önce. O yüzden Erzurum'a doğru yola çıktık. Bizim köyden oraya birçok farklı rotadan gidilebiliyor, biz değişiklik olsun hem de şu meşhur Hamsiköy sütlacından yiyelim diye Maçka'dan geçerek Erzurum'a gittik. Orada bir gece kalıp, Kars'a gittik. Ani harabelerini görüp, bir gece de Kars'ta kaldık. Ardından Iğdır üzerinden Doğubeyazıt'taki İshak Paşa Sarayı'na gittik. Oradan da gerisin geri Erzurum'a döndük yine. Bir gece kalıp, köye geri döndük. Son birkaç gündür de memlekette annemi gezdirmeye, babamla gittiğinde bakamadığı yerleri doğru düzgün görebilmesini sağlamaya, babamla gittiğinden halledemediği işlerini özgürce halledebilmesini sağlamaya çalıştım.
Dün döndüm. Yol çok yorucu değilmiş gibime geldi ama cuma akşamı iş çıkışı trafiğinde tam Ankara'ya girmiş bulununca öldüm öldüm dirildim. Ankara'ya gelene kadar 600 km hiç yorgun hissetmemiştim ama şehir girişinden eve gelene kadar neredeyse 3 saat geçirince evin önünde arabadan inerken bacaklarımın titrediğine şahit oldum ilk defa. Elim kolum tutmuyordu. Eve çıkıp sadece kanepeye uzanabildim ama hala titriyordum zangır zangır. Kalp atışlarım hiç normal değil bu ara zaten, ağzımda atıyor. Öyle olunca bir şeyler açıp, izleyeyim kendimi unutayım dedim. İzne çıkmadan önce deliler gibi Bridgerton izliyordum, 3.sezona gelmiştim. Onu açtım, devam ettim. 7 Temmuz 2021'de şöyle demişim: "Şu Bridgerton saçmalığına baktım bir iki, sırf meraktan. Böyle rezalet görmedim. Keşke küfür edebilsem." İlk sezonun ilk bölümünü açarken yaklaşık bir ay önce, tamı tamına aynı şeyi düşünüyordum. Sadece ciddi anlamda yine bir Regency-Jane Austenvari bir şeylere ihtiyacım vardı. O ara ara gelen aş ermelerden oldu yine yani. Düşüncelerimi daha sonra uzun uzun anlatacağım.
Khariton'un Kallirhoe'sine başlamıştım sınavlar bitince. Haziran bitmeden onu da bitireyim istiyorum. Çok ilginç bir kitap bu benim için. Önce kapağının rengine vuruldum mesela. Ne anlattığı ne olduğuna hiç bakmadan dedim ki almam lazım, bu renk benim için çünkü. Neyse ki anlattığı şey de benim alanımdanmış :) Khariton (ya da Chariton) Aphrodisiaslı bir katipmiş, kendinden hatip Athenagoras'ın katibi olarak bahsetmesi dışında pek de bir bilgimiz yok. Bu Kallirhoe isimli roman ise Batı edebiyatında tam halde bulunan en erken romantik roman sayılıyormuş. İçine girince ne kadar romantik olduğunu tartışabilir hale geldim gerçi ama olaylı ve adeta bir "drama queen" olduğu aşikar. Neyse umarım önümüzdeki 3 gün içinde bitirebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder