teresa palmer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
teresa palmer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mayıs 2019 Pazar

Bir yere ulaşmayan formülüyle tanıdık bir hollywood filmi --> 2:22 (2017)

Tam benlik diye düşünüp, bir kenara kaydettiğim ama sonra nedense bir türlü elimin varmadığı, bu yüzden de vizyona girmesinden 2 yıl sonra ancak izleyebildiğim film "2:22". Her defasında hah tamam şimdi izleyeyim şunu bir deyip de geri kapattığım. Belki de bu kadar benlik diye düşünürken çok kötü çıkacağından korkmuşumdur diyorum. O kadar kötü çıkmasa da ortalamanın üzerine de çıkamıyor olduğunu gördüm sonunda yalnız. (IMDb'de 2:22-->https://www.imdb.com/title/tt1131724/)
Karşımızda tam bir hollywood filmi var. Yani benim için klasik denilebilecek türde. Hani çocukken tvde akşamları denk gelir de hep beraber izlersiniz ya, ne çok ünlüdür ne de öyle flashtv ayarındadır. Geldiği kıtada 90larda 2000lerin başında böyle çok tutan bir formülde, tekrarlanarak çekilmiştir bu filmlerden. O zamanlar hakikaten de çok güzel geliyordu bu filmler, böyle "decent" bir izleme sunuyordu (araya da böyle kelimelerimi sıkıştırdımdı yeteri kadar film eleştirmeni görünebilirim belki :p ). Ama sonra tabi 20 yıl geçti ve artık çok daha değişik filmler yapıyorlar, çok daha değişik filmler gördük biz onca sene. Yine de bana hala güvenli bir koy gibi gelir böyle filmler, çocukken aldığım o zevki alırım.
Nasıl mı filmler? Şöyle: Yapımcı şirketlerin logoların ekrandan ayrılırken esas kahramanımızın özlü sözlerini işitiriz. Görüntü yavaş yavaş Manhattan'ın o muhteşem görüntüsüne iner. Gökdelenlerin, Central Park'ın üzerinden uçar, sıkışık trafiğin içine ineriz. Ahh ne kaos ama ne şahane bir kaostur bu (Ben NY'ı gerçekten sevmişim be, gitmeden bile sevmişim sırf filmlerden, gidince de aşık olmuşum demek ki). Esas kahramanımızın düzgün bir işi vardır, heyecanlı, çok iyi yaptığı. Sonra olaylar gelişir. Türlü badireler atlatır ve filmin sonunda bizim kendi halindeki kahramanımız gerçekten kahraman olmuştur.
Bayılırım. Ne öyle çok dram vardır ne trajedi. Aksiyon vardır dozunda, biraz bilmece ama öyle çok kafanızı yormanıza gerek olmaz. Azcık romantizm vardır, ama tabi formülize (kelimeyi doğru yazdım mı hiç emin değilim şu an) edilmiş olduğundan ne inandırıcıdır ne de inandırıcı değildir. Herkes güzeldir, herkes yakışıklı, fit.
ama neden bazı kadınlar böyle güzel?
Aslında filmin hikayesi ilginç en başta. Yıldızlarla, zamanla böyle değişik bir hikayeye girişiyor önce. Güzel güzel kuruyor. Olaylar gelişiyor. Michiel Huisman'a zaten bayılıyorum, adam burada muhteşem görünsün diye görüntü yönetmeni kendiyle yarışıyor. Teresa Palmer'ı da bu daha önce bahsettiğim "A Discovery of Witches"da keşfedip pek kanım kaynamıştı, burada yine ışıldıyor. Ayrıca bir Sam Reid ile tanışıyorum ki ben bu adama nasıl rastlamamışım? (Oyunculuklarını falan demiyorum yahu, görüntüler güzel o açıdan diyorum, hani bu formülde böyleydi ya o yani)
tabiki Central Park'ta bir öğleden sonrası geçireceğiz
Havaalanında kule görevlisi olarak (böyle mi deniyor bilmiyorum) çalışan Dylan'ın rutin bir hayatı var. İşini çok iyi yapıyor, çünkü desenleri, formülleri görebiliyor. 30.doğum gününe günler kala işte bir anda bir şeyler oluyor ve hatası yüzünden neredeyse iki uçak çarpışacak hale geliyor. Açığa alınan Dylan günlerini boş boş geçirmeye başlıyor ama sonra garip bir şeyler fark etmeye başlıyor. Her gün hep aynı şeyler oluyor. Kendi hayatında da tekrarlanan desenler olmaya başlıyor. Bu sırada bir kadınla tanışıyor, bir sanat galerisinde çalışan Sarah ile. Daha ilk görüşte birbirlerini uzun yıllardır tanıyormuş gibi hissediyorlar. Sonra Dylan'ın bu fark ettiği tuhaflıklar ikisinin de hayatını etkilemeye başlıyor.
Ama sonra insan şüphelenmeye başlıyor. Ulan bu kadar yükseldik yükseldik, bu hikaye çok salakça bitmesin. Nitekim o kadar salakça olmasa da eh artık bu muydu yani dedirtecek şekilde bitiyor. Yani o kadar ilginç bir şey yakalamışsınız, düzgün bir şekilde de anlatıyorsunuz, buraya mı bağlanır bu? dedirtiyor. 
Yani bence izlemenize öyle pek de gerek yok. Şöyle boş bir akşamınızda hiçbir şey düşünmeyeyim, açayım izleyeyim dediğinizde izleyebilirsiniz. Pek de bir şey beklemeden.

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...