sherlock holmes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sherlock holmes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2020 Cumartesi

Sherlock bile Sherlock değil : Enola Holmes (2020)


1900 yılında İngiltere'nin o yemyeşil kırsalında, güzel bir mülkte, Ferndall Hall'dayız. Efsane dedektifimiz Sherlock Holmes'un aile evi burası. Ama tabi Sherlock Londra'da kendine şan şöhret edinirken, meymenetsiz abisi Mycroft da devletin içerisinde basamakları hızla tırmanırken aaa o da ne? Bizim zeka küpü Holmes kardeşlerin bir küçük kız kardeşleri daha varmış, onu öğreniyoruz. Çünkü bu müthiş manzaralara hayran hayran bakakaldığımız geniş plan çekimlerin ortasında ergen bir Holmes kardeş konuşuyor bizimle: Enola. Ağabeyler evden ayrılıp, kendilerine isim edinirken Enola koskoca mülkte ilginç annesi ile birlikte kalmış meğerse. 16 yıl boyunca anne Holmes, kızını adeta tablolarından biri gibi ilmek ilmek işleyerek büyütmüş. Dış dünya dışında her şeyi - uzak doğu dövüş sanatlarından tutun da kılık değiştirmeye kadar - öğrenen Enola 16.doğumgününün sabahında bir de bakıyor ki annesi ortada yok. Hiçbir şey söylemeden öylece ortadan kayboluyor anne Holmes. Ee zeki dedektiflerin aile bu, hemen anne nerede diye ağabeyler geliyor. Ama nedense çok da aramıyorlar, bu deli kadın gittiyse zaten bulunmak istemiyordur gibi rahat bir sonuca ulaşıyorlar. Ama yatılı zarafet okuluna gönderilmek istemeyen Enola, annesinin peşine düşüyor. Yolda kendi yaşlarında evden kaçan bir Markiz (ülkenin asil ailelerinin birinin varisi yani) ile de türlü maceralara bulaşırken, Sherlock ve Mycroft da onun peşine düşüyor tabi. (IMDb)
hikayenin yazarı Nancy Springer teyze
Bu ilginç ama sevimli hikayenin kaynağı Nancy Springer isimli Amerikalı bir yazarın (kendi web sitesi) 2006 tarihli The Case of the Missing Marquess kitabıymış çocuklar. Yazarın sanırım 6 kitaplık Enola Holmes serisinin (Goodreads) ilk kitabı bu. Film ise Netflix'te geçen günlerde yayınlandı. Tabiki bir çocuk/gençlik filmi gibi birşey oluyor. İçinde Sherlock Holmes geçmesine bakmayın, daha önce gördüğümüz, okuduğumuz hiçbir Sherlock gibi değil bu önümüzdeki. Hikaye öyle, orası tamam, pek keyifli, pek eğlenceli, aksiyonlu, maceralı, gizemli, dedektifçilikli tam bir Holmes hikayesi. Ama ne Sherlock ne de Mycroft, bizim bildiğimiz gibi. Zaten Henry Cavillciğim daha ilk göstediğinde bakın ben Sherlock oldum diye instagramında, yoook artııııık demiştim. Haklıymışım. Böyle bir adamdan elinde Cumberbatch'inki gibi bir senaryo bile olsa bizim Sherlock'umuz çıkmazdı, çıkmamış zaten. Hatta sanırım nette şey haberlerine rastladım, çok bakmadım ama, Sir Arthur'un ailesi/varisleri dava mı açmış, çıngar mı çıkarmış ne Sherlock'un böyle ortaya konmasına. Haksız da değiller hani, Henry Cavill Sherlock Holmes'ten başka her bir şey olmuş yani. Hatta kendisi olmuş direkt. Enola'yı canlandıran Millie Bobby Brown'a normal hayatta nasıl abisi olarak davranıyorsa öyle oynamış. Bu noktada MBB'ye hayran kaldığımı söylemeden geçemem. Ben kendisini ilk defa görüyorum, o peeeek meşhur diziyi hiç izlemedim evet. Ama kör de değilim, orada burada görüp duruyordum bacak kadarlığından beri. Filmde resmen hayran kaldım. Hem koskocaman, güzel, sağlık ve gençlik fışkıran bir genç kadın olup çıkmış, hem de çok ama çok iyi oynuyor. Her bir bakışı, her bir hareketi, duruşu, nefes bile alıp verişi tamamen filmin içinde. Yani sıfır oyunculuğa gerek duyan bir çocuk filminde bile bu derece oynuyorsa kim bilir bundan sonra neler yapacak. Filmi benim için bu kadar keyifli hale getiren büyük oranda oydu diyebilirim. Tamam senaryo da çok eğlenceli ve boşluksuzdu, görüntüler şahaneydi (İngiltere kırsalının romantize edilmiş güzelliği diyorum başka bir şey demiyorum, ha bir de Henry Cavill ve Sam Claflin :) ). Ama başrolde başka biri olsaydı bu kadar sarmayabilirdi film.


Sam Claflin demişken. Kendisi en az Sherlock kadar tuhaf bir Mycroft olmuş. Baştan ayağa sinir ve gıcık küpü olarak arz-ı endam ediyor ekranda. Herhalde senaryodaki karakter böyle. Görüntüsüne diyecek bir şeyim yok Henry Cavill gibi, Claflin'in karakterleri üstüne giymede bir sorunu yok çünkü. Ama sinir bozucu bir Mycroft olmuş ki Mycroft öyledir evet ama sadece sinir bozucu değildir. Onun dışında Helena Bonham Carter, anne Holmes'ümüz. O da nereye koysanız kendi yorumunu koyan (kendisi olan diyemedim de şimdi koskoca oyuncuya laf etmiş gibi olurum diye ama öyle napayım) bir insan olduğu için gene kendisi gibi burada da. Ama yazılan karakter çok iyi, rüyalardaki anne adeta (bilemedim gerçi sizin rüyalarınızda daha değişik olma ihtimali yüksek). O yüzden tabiki HBC da şahane görünüyor bu rolde. Hepimiz kızlarımızı anne Holmes gibi yetiştirmeliyiz çocuklar. Oyuncuların yanında hikaye de öyle eften püften değil. Olabildiğince hem o dönemde olan hem de bugüne etkisi bariz şeyler üzerine kafa yormuşlar, işleyerek, dokuyarak bize bu sevimli dedektiflik hikayesi içerisinde anlatmaya çalışmışlar.

Açıkçası ben filmi pek sevdim. Öyle çok sıkıcı bir günün sonunda ya da ne yapacağımı bilemediğim renksiz bir öğleden sonrada açıp ekranda iki üç sahnesini izleyip, mutlu olabilirim. Bir de müzikleri çok eğlenceli. Henry Cavill dışında her şeyine tamamım yani filmin de ahh işte ona da iyi ki varsın Henry diye bakacağız, sorun yok.


Ayrıca Neverland'de çılgınca Sherlock Holmes okuduğum zamanlar için:

17 Kasım 2013 Pazar

dikkat dağınıklığı çağında

(Elementary'nin Jonny Lee Miller'da vücut bulmuş New York tarzı Sherlock'u, 2.sezonun 7.bölümü The Marchioness'in açılışında bağımlı konferansında böyle bir konuşma yapar : )

Sık sık başka bir zamanda mı doğmalıydım diye merak ederim. Benim algılarım sıradışı bir şekilde, doğal olmayan bir şekilde de diyebiliriz, keskin. Bizimki bir dikkat dağınıklığı çağı. Sürekli bilgi akışının cezalandırıcı gürültüsü. Bu ahenksizlik bizi evimize kadar takip ediyor.Ve yataklarımıza. Ruhlarımızın içine işliyor, daha iyi bir ifadeyle. Uzun bir süredir, sinir uçlarımı körelten tek bir şey var ve o da yoğun uyuşturucu kullanımı. Daha az üretici olduğum zamanlarda merak etmeye başladım. Dışarısının birazcık daha sessiz olduğu bir zamanda doğsaydım yine de bağımlı olur muydum? Daha dikkatli olabilir miydim? Daha kendisinin farkında bir insan?

(Biri sorar : ) Eski Yunan'da mı yaşamak isterdin?

Helenistik çağda diş bakımına ne gözle bakıyorlardı biliyor musun? Hayır, hayır ben çağdaşlığın mucizelerinin olduğu bir zamanda yaşamak isterdim. Her şeyin, bu kadar yoğunlaşmadığı bir dönemde.

(Mycroft'un sesini duyarız sonra :) Ne gibi mesela? 200 yıl önce mi?


Bunları yazan-yazabilen senariste sarılmak istedim sadece.

[Orijinalinde şöyle:My-my, my senses are unusually well, one could even say unnaturally keen. And ours is an era of distraction. It's, uh, a punishing drumbeat of constant input. This-this cacophony which follows us into our homes and into our beds and seeps into our into-into our souls, for want of a better word. For a long time, uh, there was only one poultice for my raw nerve endings, and that was, uh, copious drug use. So in my less productive moments, I'm given to wonder if I'd just been born when it was a little quieter out there, would I have even become an addict in the first place? Might I have been more focused? A more fully realized person?]

31 Mart 2013 Pazar

Sherlock Holmes : Gerçekler Kanıt İster

Martı Yayınları'nın oldukça titiz ve güzel bir şekilde hazırlayıp yayınladığı bu 5 kitaplık Sherlock Holmes serisinin 4. kitabı "Gerçekler Kanıt İster"i, ilk kitap "Akıl Oyunlarının Gölgesinde"yi okumamın üzerinden 7 ay geçtikten sonra ancak okuyabildim. Kütüphaneye ne kadar çabuk gelirse ben de o kadar çabuk okuyabiliyorum, yapacak bir şey yok.
Daha önce bahsetmiştim; Sir Arthur Conan Doyle Sherlock külliyatı olarak elimize 4 roman + 5 kitaplık seri bırakmış durumda. BBC dizisinin de etkisiyle son yıllarda canlanan Sherlock sevgimiz sayesinde şu an kitapçılara şöyle bakınsanız eliniz yüz tane Sherlock kitabına değecek duruma gelmiş halde. Bu yüzden bence en mantıklısı Conan Doyle'un sırasını takip edip, kafayı çok karıştırmadan okumaya çalışmak. İyice tarih sırasını zorlayın demiyorum ama kitaplar ve basımlar arasında ayrım yapmanız güzel olur hani.
Misal ben bu sebeple daha önce de verdiğim bu listeye göre hikayeleri takip etmeye çalışıyorum. Öncelikli olarak Martı Yayınları'nın basımlarından hikayelerin oluşturduğu 5 kitaplık seriyi okumaya çalışıyorum. Arada, rastladıklarım arasından da 4 romanı okumaya çalıştım.
-A Study In Scarlet
-The Sign of The Four
*The Adventures of Sherlock Holmes
*The Memoirs of Sherlock Holmes
-The Hound of The Baskervilles
*The Return of Sherlock Holmes
-The Valley of Fear
*His Last Bow
*The Case Book of Sherlock Holmes

http://www.angelfire.com/ks/landzastanza/publication.html buradaki listede her bir hikayenin ne zaman nereden yayınlandığı, olayın geçtiği tarih ve hikayenin anlatıcısı detaylı bir şekilde gösterilmiş. Martı'nın 4.kitabı "Gerçekler Kanıt İster"in son hikayesi orijinal adıyla "His Last Bow", kitapta çevrilmiş adıyla "Perde Kapanıyor"a kadar hep Watson'dan dinliyoruz olayları. 1914'te I.Dünya Savaşı başlangıcında geçen hikayeyi üçüncü kişi anlatımıyla aktarmayı seçmiş Conan Doyle. Olaylara değişik bir bakış açısı getiriyor gibi dursa da bu anlatım, esasında Watson'ın anlatmasıyla aynı gibi. Hatta Watson daha canlı daha samimi bir şekilde anlatıyor maceraları. Conan Doyle iyi ki en baştan Watson'lı anlatımı seçmiş dedirtiyor. Ha bu arada sonraki maceralardan bazılarında Sherlock'un ağzından dinleyeceğiz her şeyi, onu da merak ediyorum oldukça.

Bu kitabın içerdiği hikayelerin çevirilmiş halleri şöyle bu arada:


  • İkinci Lekenin Esrarı
  • Wisteria Köşkü
  • Karton Kutu
  • kızılçember
  • bruce partington planları
  • kara dedektif ölüm döşeğinde
  • leydi francis carfax'ın kayboluşu
  • şeytan ayağı
  • perde kapanıyor
  • sherlock holmes'tan bir son söz


Martı'nın serisinde son bir kitap kaldı yayınlanmış, "Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir" adını verdikleri son kitap da çıkmış olduğuna göre ben bundan sonra onun da kütüphaneye gelmesini bekleyeceğim. Sizin böyle bir imkanınız yoksa Idefix'te mesela 5 kitap takım halinde %25 indirimli satılıyor şu aralar. Benim okumadığım bir Sherlock romanı kaldı "A Study In Scarlet". Hem onun peşinde hem de Arthur Conan Doyle Vakfı'nın 125 yıllık tarihinde ilk kez onayladığı yeni  bir Sherlock Holmes macerası olan, Adam Horowitz'in İpek Evi'ni kovalıyor olacağım (Onu da İthaki basmış, şahane oluyor bu İthaki'nin kitapları).
-Sevgili dostum Watson, Albay Carruthers'i içeri tıktığımızdan bu yana nasıl sıkıldığımı biliyorsun. Zihnim, yapması gereken işe koşulmamış bir hız makinesi gibi paramparça oluyor.Hayat çok sıradan; gazeteler çok renksiz; cesaret ve aşk, suç dünyasını çoktan terk etmiş gibi sanki. O halde ne kadar basit olursa olsun yeni bir meseleye atılıp atılmayacağımı sorman anlamsız değil mi? (Wisteria Köşkü'nden)

"Bunun anlamı nedir, Watson?" dedi Holmes, mektubu okumayı bitirince. "Bu umutsuzluk, şiddet ve korku çemberi ne amaca hizmet ediyor? Bunun mutlaka bir amacı olmalı; yoksa evrenimiz tesadüflerle yönetiliyor demektir, ki bu da mümkün olamaz. Peki ama nasıl bir amaç? Tekrar tekrar karşımıza çıkan bu soru karşısında insan aklı o kadar aciz ki." (Karton Kutu'dan)

11 Kasım 2012 Pazar

Sherlock Holmes romanları : Korku Vadisi ve Dörtlerin Yemini


Sherlock Holmes külliyatının hikayeler toplamasının 4'üncü kitabı Martı Yayınları'ndan çıkan "Gerçekler Kanıt İster" kütüphaneye ulaşana kadar arada, 4 Sherlock Holmes romanından bulabildiklerimi okuyayım dedim. Şansıma yine kütüphanede Dörtlerin Yemini ile Korku Vadisi kitaplarını buldum.
Esasında daha önce de gördüğümüz gibi külliyatı kronolojik olarak okumak için ilk etapta Kızıl Dosya'dan başlamak gerekiyor. Ama ben onu henüz bulamadığım için - kütüphanede yok, şimdilik kitapçıdan da almadım - hikaye kitaplarının birincisinden başlayıp sırayla okumuştum. Ama romanları ters sırada okumuşum, önce Korku Vadisi'ni sonra öbürünü okudum. Öyle olunca aralardaki bağlantılar ve olay bütünlüğü biraz sapıtıyor.
Dörtlerin Yemini, orijinali The Sign of (The) Four olan 1890 tarihli Sherlock Holmes romanı. Bu "the" kelimesi ilk baskıda varken sonradan okyanusun diğer yanındaki baskılarda falan olmamış, sonra yine ortaya çıkmış. Öyle bir yolculuğu var romanın isminin. Ama Türkçe'ye çevirdiğimizde bir fark ortaya koymuyor tabi, her ne kadar yayıncılar dörtlerin yemini ya da dörtlerin işareti olarak çevirmiş olsalar da birebir çevirisi de dördün imzası gibi bir şey oluyor. Olay sıralamasına göre Holmes ve Watson'ın ikinci macerası, daha birbirlerine yeni yeni alışıyorlar. Watson, Sherlock Holmes yöntemlerine henüz giriş aşamasında. Onun hakkındaki fikirleri tam oturmuş değil, gene de ikisi arasında on yıllar sürecek kardeşliğin başlamakta olduğunu görüyoruz.
Dörtlerin Yemini, İngiltere'de başlayıp uçları Andaman ve Hindistan'a uzanan bir olayı anlatıyor. 1888'de Holmes ve Watson'dan yardım istemek için gelen Mary Morstan'ın hikayesi ile başlıyor. Sonrasında 1857'de Hindistan'da İngilizlere karşı girişilen isyana ve hazine dolu sandıklara kadar uzanıyor. Türkiye İş Bankası Yayınları'nın Modern Klasikler Dizisi altında bastığı kitabın Ocak 2011 tarihli ilk basımını okudum ben. İpek Babacan'ın çevirisi olan kitap, 153 sayfalık. Tüm olay kendi içinde de 12 bölüme ayrılmış vaziyette.
  1. Sonuçlara Varma Bilimi
  2. Vakanın Bölümü
  3. Çözüm Arayışı
  4. Dazlak Kafalı Adamın Öyküsü
  5. Pondicherry Konutundaki Facia
  6. Sherlock Holmes Tatbikat Yapıyor
  7. Fıçı Olayı
  8. Baker Sokağı Başıbozukları
  9. Zincirin Eksik Halkası
  10. Yerlinin Sonu
  11. Büyük Agra Hazinesi
  12. Jonathan Small'un Tuhaf Öyküsü

Korku Vadisi ise orijinali The Valley of Fear olan 1915 tarihli son Sherlock Holmes romanı. Bu kitaptan sonra Doyle iki hikaye kitabı daha yayınlayıp Holmes dosyasını kapamış. Korku Vadisi yapı olarak iki büyük bölüme ayrılmış, bu bölümler de kendi içinde 7'şer alt bölüme ayrılmış. Kitabın ilk kısmında bir malikanede gerçekleşen feci bir cinayetle karşılaşıyoruz ve Holmes ile Watson bu cinayeti çözmeye çalışırken hikaye bizi dönemin Amerika'sındaki bir maden kasabasına, hatta masonik örgütlere kadar götürüyor. Tüm romanın biraz iç içe bir yapısı var bu anlamda, her adımda başka bir yere yönleniyor, dış kabuğu soydukça yeni bir kabukla karşılıyoruz.

İlk bölüm Birlstone Faciası:
  1. Uyarı
  2. Sherlock Holmes Konuşuyor
  3. Birlstone'daki Facia
  4. Karanlık
  5. Malikane Sakinleri
  6. Bir Işık Görünüyor
  7. Çözüm
İkinci bölüm Çete:
  1. Yabancı
  2. Büyük Üstat
  3. Vermissa, 341 numaralı Loca
  4. Korku Vadisi
  5. En Karanlık Saat
  6. Tehlike
  7. Birdy Edwards'ın Tuzağa Düşürülmesi
Doyle'un hikayeler toplaması şeklindeki Sherlock kitaplarından sonra bu şekilde tek bir kitap boyunca uzunca bir Sherlock olayı anlatması tahmin ettiğimden iyiydi. Zaten kısa hikayelerinde olayların çözümlenmesini biraz çabuk ve basit bulduğumu söylemiştim. O yüzden romanlardaki olayların gelişimi, çözüme ulaşılma şekli biraz daha fazla hoşuma gitti. Ama bu gene de olayların o kadar zor bir şekilde çözüldüğü anlamına gelmiyor, Sherlock yine bana çabuk gelen bir şekilde çözüme ulaşıyor. Ama en azından bizim olayı tamamıyla anlamamız ve arka planını öğrenmemiz kitabın yarısını kaplıyor. Diğer güzel yanı, tüm Sherlock maceraları gibi, Doyle'un o dönem atmosferini, Londra'sını, İngiltere'sini anlatıyor oluşu, ki bayılıyorum. Kötü yanı ise bunları Doyle'un bakış açısından öğreniyor oluşumuz. Misal, Dörtlerin Yemini'nde aborjinleri anlatışı bana rahatsız edici geldi. Tamam benim de öyle pek bir aborjin bilgim falan yok ama onun anlattığı şekilde de olmadıklarına eminim. Ama tabi Doyle'un bakış açısı da yaşadığı dönemde, İngiltere'den oralara bakışı kapsıyor, anlamak lazım. Bir de masonluğa göz kırpan bir tür örgütlenmeyi - artık göz mü kırpıyor direkt masonluk mu fremasonluk mu orasını bilemem ben o konuda da uzman değilim - anlatması ilgi çekici. Ve bunu da onun döneminin anlayışı içinde okuyor oluşumuz keyifli. Bunların yanında İş Bankası'nın basımları güzel, temiz, çevirisi mükemmel. Ama o kapaklar ve tasarım...yapmasınlar böyle, olmuyor, insanı geri geri itiyor.
Şimdilik, yeni bir Sherlock kitabında buluşana dek, Sherlock'u pek güzel özetleyen düşünceleriyle bitiriyorum:
-Bütün bunların neresinde gizem var?
-Gün gibi açık.(...) Şu anda mesleki bir araştırma yürütüp yürütmediğinizi sorabilir miyim?
-Hayır yürütmüyorum. Bu yüzden kokain kullanıyorum. Beynim çalışmazsa, yaşayamıyorum. Yaşanacak başka ne var ki? Pencereden dışarıya bir bakın. Dünya bundan daha kasvetli, iç karartıcı ve kısıtlı olabilir mi? Sokak boyunca döne döne savrulan ve boz renkli evlerin üzerine çöken şu sapsarı sisi görüyor musunuz? Bundan daha yavan ve somut bir şey olabilir mi? İnsan yeteneklerini uygulayacağı bir alan bulamazsa Doktor, yetenekli olmak ne işe yarar? Cinayet sıradan, varoluş sıradan ve sıradan olanların dışında hiç bir özellik bu dünyada bir işe yaramıyor.
Önceki Sherlocklar:
Sherlock Holmes:Akıl Oyunlarının Gölgesinde
Çizgi roman Baskerville Laneti ve tvdeki Sherlocklar Watsonlar

17 Ekim 2012 Çarşamba

Sherlock Holmes ile durmak yok yola devam : Şüphe Asla Uyumaz

Martı Yayınları'nın Sherlock Holmes serisine - kütüphanenin kitapları satın alış hızına paralel olarak - devam ediyorum tahmin edebileceğiniz gibi. Serinin ilk iki kitabını, Akıl Oyunlarının Gölgesinde ve Suç Detayda Saklıdır, ve dahi bu arada 2 sezon Sherlock dizisi, bir çizgi roman şeklindeki Baskerville Laneti'ni yiyip yuttuktan sonra Sherlock ve Watson maceralarıma Şüphe Asla Uyumaz ile devam ettim.
Ve bu kitapla birlikte Sherlock cahilliğimin bir miktar tozunu pasını almaya başlamış oldum. Efenim, Sir'ümüz spiritüelimiz Arthur Conan Doyle, zamanında 60 tane Sherlock Holmes hikayesi yazmış 1887 ile 1927 arasında yayınlanan. Tüm bunlar 4 roman ve 5 seri halinde hikaye kitabıyla yayınlanmış. 

(Listemizi Sherlockian'a borçluyuz bu arada. Türkçe isimler kitaplarda geçen hikaye isimleri, romanların ve kitapların isimleri ise birebir çeviri. Bir de Martı'nın ilk kitabındaki hikayelerin isimlerini koyamadım.)
Şimdi Martı Yayınları nasıl bir güzellik yapmış onu diyeyim. Bu listedeki hikaye kitaplarını aynı o sıraya göre çevirmiş ve yayınlamakta. Benim yeni fark ettiğim olay bu, zekamın derecesi müthiş evet. Neyse işte böyle güzel güzel sırasına göre yayınlıyor ama isimlerini herhalde Türk okuyucular için daha teşvik edici olacağını düşündükleri hallerde çevirmişler. Olsun o kadar kusur kadı kızında da olur. Şimdi durum bu olunca ister istemez aklıma şöyle bir şey geliyor, geri kalan 2 hikaye kitabını da yayınlayacak mı Martı aynı özenle? Eğer yayınlayacaksa yaşadık, ben pek sevdim bu işi. (Bir de yazıyı yayınladıktan sonra gördüm, Gerçekler Kanıt İster adı altında 4.bir kitap daha çıkarmış Martı : http://www.dr.com.tr/Kitap/Sherlock-Holmes-Gercekler-Kanit-Ister/Sir-Arthur-Conan-Doyle/Edebiyat/Roman/Polisiye/urunno=0000000410561)
Bunlar dışında piyasada sayamayacağımız kadar çok Sherlock kitabı var tabi. En basiti kütüphanede bile Dörtlerin Yemini ile Korku Vadisi'nin birer kopyasını gördüm ben geçende. Bu 60 hikayelik listeye baktığımda geriye 23 Sherlock olayı bırakmışım onu görüyorum. Demek ki yolu yarılamış gitmişim, az kalmış, siz düşünün halinizi.
(ReadSherlock ve böyle bir liste de mevcut.)

Bu da ustadan Sherlock Holmes ve diğer şeyler üzerine birkaç kelam.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Yeni sezon yeni diziler : Go On, Revolution, Partners ve Elementary

Biz kuzey yarım küredekiler için kış uykusu sezonu başladı. Güneşi görünce kaçıveren pek çok dizi eylül ve ekim ayları itibariyle ekranlarımıza geri döndü...de beni - ve sizi de öyle zannediyorum - özellikle bilgisayar ekranıma dönen diziler cezbettiğinden bu sezon yeni başlayanlardan birkaçı hakkında birşeyler söylemek, görmediyseniz ve görmek istiyorsanız birkaç fikir edinmenizi sağlamak istiyorum.

1-Go On : NBC'de salı akşamları yayınlanıyor. Bu demek oluyor ki çarşamba öğlenden itibaren biz netten indirebilir hale gelebiliyoruz. Yeni sezon duyuruları yapıldığında Matthew Perry'nin yeni dizisi olarak lanse edildiğinden dikkatimi çekmişti Go On. Friends'teki en sevdiğim karakterin Chandler olması hatırına bir şans vermeyi uygun buldum. Ve iyki de vermişim o şansı, Go On beklediğimin çok üstünde çıktı. Karısının ölümünün ardından işine ve hayatına geri dönmeye çabalayan radyocu Ryan King'in hikayesini izliyoruz 20 dakikalık bölümlerde. Böyle bir konudan şahane de bir komedi çıkmasını sağlayan şeyler ise Ryan'ın kendini beğenmiş, burnu kaf dağının tepesini aşmış ünlü bir spor programı sunucusu olması, görünürde oldukça iyi durumda olmasından işkillenen iş arkadaşları ve dostlarının onu bir "support" grubunun toplantılarına katılmasını şart koşması ile bu grupta tanıştığımız diğer "birilerini kaybetmiş insanlar". İlerleyen bölümlerde tek tek hepsinin hikayesini öğreneceğimizi düşündüğüm bu insanlar en az Ryan kadar ilginç. 8 ağustosta başlayan dizinin şimdilik 5 bölümü yayınlandı ve çoğunlukla Ryan ile gruptan bir kişinin oluşturduğu dinamikleri izliyoruz. Akıllıca esprileri, yeri geldiğinde ciddiyetle ağlatması ve bir komediden beklenebilecek her şeyi fazlasıyla vermesiyle Go On bu sezon kesinlikle izlenmesi gereken arasında ve tam sezon onayını çoktan aldı bile.
2-Revolution : Yine NBC'de pazartesileri olarak, 17 eylülde başlayan, şimdiye kadar 3 bölümü yayınlanan Revolution da ilk sezon onayını aldı ama bakmayın siz, tam bir fiyasko çıktı dizi. Çok, aşırı büyük umutlarla beklemiştim ben Revolution'ı. Nasıl beklemeyeyim? Bir gün dünya üzerindeki tüm elektriğin, güç kaynaklarının kesilmesinin ardından 15 yıl sonrasında hayatta kalan insanların hikayesini anlatacak deniyordu. Ülkelerin kalmadığı, herkesin kendi yönetimini ilan ettiği, milislerin haraç topladığı, kalan son silahların acayip değere bindiği, kılıç dövüşlerinin yapıldığı, 21.yy.da ortaçağa dönmeye başlamış bir post-apokaliptik dünyada geçen Revolution'dan pekala büyük şeyler bekleyebilirdik değil mi? Ama olmadı, en azından kendi adıma olmadı diyebilirim. Oyunculukların yapaylığının üzerine hikaye bize tatmin edici hiçbir şey sunmuyor. Ha daha 3 bölüm oldu ne bekliyordun diyebilirsiniz. Herşeyi açıklamalarını beklemiyorum tabiki ama bunun için zemin hazırlamalarını, ilgi uyandırmalarını ve her büyükmüş gibi gösterdikleri sahnede "pıh"latmamalarını bekliyorum. İzliyor muyum, izliyorum çünkü en azından iyiye gidip gitmeyeceğini merak ediyorum. Ama korkuyorum, Lost gibi, ta en başından aslında tüm olaya dair bir açıklamaları olmadığını göreceğimizden korkuyorum. Işıklar niye gitti? İşte, gitti. Öyle.
3-Partners : Bunu merak etmenin sebebi çocukluklarından beri sıkı dost olan biri "straight" diğeri "gay" iki erkeğin ne tür maceraları olduğundan çok, One Tree Hill sonrası Sophia Bush'u izlemek istememdi. Onca sene OTH'de deli divane olduktan sonra acaba neler yapacaktı Sophia? Garip bir şekilde bu dizide de Brooke Davis gibi bir modacı, tasarımcı rolünde. Ona en çok bu işi yakıştırıyorlar herhalde (gerçi mesela Rachel Bilson'ın The O.C.'de babası doktordu, Hart of Dixie'de gene doktor sanırsam, öyle garipler işte). David Krumholtz ve Michael Urie ise asıl kahramanlarımız. Joe ve Luois 20 senedir falan arkadaşlar. Mimar olmuş, birlikte bir ofis kurmuşlar. Aynı evde de yaşıyorlar. Joe'nun kız arkadaşı bizim Sophia'nın canlandırdığı Ali. Louis'in de bir erkek arkadaşı var, Brandon Rooth'un canlandırdığı Wyatt. Partners da 20 dakikalık sitcomlarımızdan ve amacı belli, komedi yapmak. Ama bunu neyin üzerinden yaptığı önemli olan. Joe karakteri bir kere Ali'yi elde edebilecek bir tip gibi görünmüyor ilk bölümde. Ama hikaye bu ya, nişanlanıyorlar. Michael Urie'nin gay tiplemesi ise ilk bakışta oldukça rahatsız edici. Şimdiye kadar bildiğimiz ne kadar stereotip varsa kullanıyor. Türkiye'de gayleri nasıl canlandırıyorlarsa öyle yani düşünün artık. Neden bu şekilde yorumlamış karakteri bilmiyorum. Çünkü inanılmaz itici geliyor. Gerçi 20 dakikanın sonunda gözümüz de kulağımız da alışmış oluyor bir derece ama gene de ilerleyen bölümlerde üzerinde çalışması ve mümkünse değiştirmesi gerek. Hikayenin dinamiğini ise Ali'nin ilk bölümün sonundaki sözleri özetliyor : "Çocuklar bu masada 4 kişi ama 3 çift olduğunu anlamanız gerek." diyor Ali. Bakalım bunun üzerinden neler çıkaracaklar? Şimdilik şans veriyorum ben Partners'a. CBS'te pazartesileri.
4-Elementary : Tv ve edebiyat dünyasının yeniden keşfetmesiyle birlikte ben de Sherlock Holmes işine sardım, daha önce yazdım çok defa. Bu da artık en son noktamız. Sevimli ABD tvleri paranın cazibesine dayanamayıp, nasıl olsa bu Sherlock'un her türlü gideri var diyerekten böyle bir işe girişti. Britanya tvleri ne kadar kaliteli iş yaparsa ABD'dekiler de o kadar saçmalıyor. Ha her yıl 3 bölümcük yapıp hevesimizi kursağımızda bırakan İngilizlere nazaran böyle 9 ay boyu 20 küsür bölümle ilaç gibi gelecekler diye seviniyorsanız ona birşey diyemem. Hem nedir bu bir habire yaratıcı olalım, egzantirik olalım sevdası. Bazı şeyler klasiktir, o halde sevilir, o halde klasiktir. Hayır kuralcı değilim o kadar, önyargılı olabilirim gene de bir miktar ama izledim, izlemesem neyse. CBS yapımı bu Holmes-Watson hikayesi tabiki New York'ta geçiyor. Yılların Sherlock'unu pis bir bağımlı yapmışlar. Bir kadın yüzünden Londra'da işleri batırmış ve Amerika'da tedaviye yollanmış-babası tarafından. Üstü başı dövme içinde. Seks için Ejderha Dövmeli Kız modunda kadınlar tutuyor-sapkınca şeyler de cabası. Ve yine babası tarafından tedavi sonrası kendisine eşlik ve kontrol etmesi için bir "bağımlılık yoldaşı" tutuluyor. Daha ne meslekler duyacağım kimbilir (bakınız Once Upon A Time'daki Emma'nın yaptığı iş). Tahmin edin o da kim? Bizim Watson. Ama Joan Watson. Suratı milim oynamayan, hiçbir duygu belirtisi göstermeyen Lucy Liu'nun saçma bir şekilde canlandırdığı Watson versiyonu bu. Gene de azıcık tırsmış olacaklar ki Sherlock olarak bir İngiliz'i oynatmayı tercih etmişler. Mazallah Arthur Conan Doyle çarpar adamı. Neyse, ilk bölümü izledim, muhtemelen birkaç bölüm daha izleyeceğim. Ama siz bilirsiniz.

9 Eylül 2012 Pazar

Çizgi roman Baskerville Laneti ve tvdeki Sherlocklar Watsonlar


Anladığınız üzere Sherlock deliliğim son sürat devam ediyor. Martı Yayınları'nın başladığı serinin ilk iki kitabını okumanın yanısıra bbc'nin meşhur Sherlock'unun da iki sezonunu - ki iki sezon dediğim toplamda 6 bölüm=90dakikaX6bölüm - acayip bir heyecanla izleyip bitirdikten sonra daha başka neler bulurum diye bakınmaya başladım. Sonunda kütüphanede Ntv Yayınları'nın çizgi roman dizisinden Baskerville Laneti'ni buldum. Holmes ve Watson'la tanıştığım ilk hikaye bunun İngilizce "stage" serilerinden biriydi, ki ondan o zamanlar zerre kadar birşey anlamamıştım. O yüzden bu çizgi romanı görünce bir yandan çok sevindim, okuyup da bilemediğim ve bbc yapımındaki versiyonundan orijinalinden feci derecede farklı bir halini görmüş olduğum bu Sherlock macerasını öğrenebilecektim. Bir yandansa tırstım, başıma gelecekleri biliyordum.
Çekinmemim sebebi çizgi roman olmasındaydı, hala öyle. Çünkü bir yerde resim ve yazı varsa ben kesinlikle yazıya takılırım. Resim olmasından da değil, yazının yanında her ne olursa olsun ben mutlaka yazıyı görürüm, ona bakarım, aklım ona kayar. Bu yüzden altyazıları kabuslarımdan biridir mesela. Mümkün olduğunca onlarsız izlemeye çalışırım filmleri, hatta en küçük fonta getiririm, iyice anlamadığım bir şeyler söylüyorlarsa dikkat eder bakarım. Tüm resmi, olayı görebilmek için yazıları aklımdan çekmem gerekir.
Bu yüzden çizgi romanlar beni deli eder. Gözlerim ve aklım tüm roman boyunca savaşır durur. Beynim dolanır, midem bulanır. Her sayfa çevirişimde gözlerimi yumar, "önce resme bak önce resme bak" diye kendimi ikna etmeye çalışırım. Küçükken gazetenin verdiği Tommiks'lere bakarken fark etmiştim ilk. Tüm çizgi romanı okuyup bitirdikten sonra duruyordum, düşünüyordum, aklıma tek bir kare gelmiyordu. Açıp geri resimlere bakıyordum uzun uzun.
Bunda da aynı şeyi yaşamamaya çabaladım. Uzun uzun Sherlock'un sabahlığını, Watson'ın yüz çizgilerini, kırsalın manzarasını inceledim durdum. Çizer I.N.J.Culbard'ın çizimleri benim için tamamen yeni bir dünya oldu (Çizgi roman kültürüm neredeyse sıfır çünkü, anlattığım sebeplerden). Ama Kutlukhan Kutlu'nun yaptığı çevirinin asıl cümleleri Ian Edginton'a ait ve bana fazlasıyla tv Sherlock'unu hatırlattı. A.C.Doyle'un yazdığı Sherlock ve Watson bence bbc versiyonundan oldukça farklı, bunu sadece zaman dilimi açısından söylemiyorum. Hatta onu işin içine hiç karıştırmayalım. Kişilik olarak bence büyük farklılıkları var tv ve kitap Sherlock'larının. Ama bu çizgi romandaki Sherlock neredeyse Benedict Cumberbatch'in çizdiği portreyle aynı. Gerçi Edginton Lucasfilm, Paramount Pictures'ta falan birçok projede - bildiğimiz hemen hemen tüm popüler ve büyük yapımlarda - çalışmış bir insanmış, popülerliğe aşina olması doğal karşılanmalı.
Çizgi roman ilk olarak 2009'da basılmış. Girişinde önce en güzelinden bir A.C.Doyle biyografisi, ardından pek detaylı bir 221B Baker Street planı çizimi ve Daniel Stashtower'ın öykünün tarihçesi ve ortaya çıkışı ile ilgili acayip keyifli bir yazısı var. Öykümüz bitip, Son yazısını gördükten sonra da Culbard'ın eskiz defterinden çizimlerin oluşumuna dair birkaç örnek ve anlatım yer alıyor. Toplamda 136 sayfada ve normal kitap boyutundan bir boy büyük bir şekilde tüm bunları görüyor, okuyor ve zevkten dört köşe oluyoruz, esası bu.
Baskerville Laneti, orijinal adıyla Hound of Baskerville bbc versiyonunda da 2.sezonun 2.bölümünde anlatılmıştı. Tabi 21.yy.'a bulanmış pek çok değişiklikle birlikte. Ama onun da ayrı bir tadı var, görmenizi tavsiye ederim. Yeni sezonu 2013'ün başlarında yayınlanmaya başlayacakmış, bbc öyle açıkladı.
Bu sırada, Amerikalılar elma armut toplamadı. Kanımca ünlü - Sherlock'un aslında hiç sarfetmediği - "Elementary Watson, elemantary." sözünden ilham alarak isim verdikleri Elemantary dizisi 27 eylülde yayınlanmaya başlayacak. Cin fikirli olmak iyidir, ama o kadar da cin fikirle dolmak hayra alamet midir bilemem, çünkü Elementary'de Sherlock'umuzu Jonny Lee Milller canlandırırken, Watson'a Lucy Liu'yu uygun görmüşler. Kendisi Joan Watson gerçi. Bir yandan hem geleneksellikten uzaklaşamamış, Sherlock'a yine bir İngiliz'i koymuşlar, öte yandansa biz çok yenilikçiyiz manevralarına girmişler. Ne kadar başarılı olur bilemem, ama ben her halikarda adadan ne çıkarsa ona bayılırım, bizim Sherlock'un eline su dökemezler.

:D
Sherlock: I uses my senses, unlike some people. You see, I am fine. In fact, maybe better. So just leave me alone.
John: Yeah. Okay. Okay. So why would you listen to me? I'm just your friend.
Sherlock: I don't have friends.
John: No. Wonder why.

3 Temmuz 2012 Salı

sherlock holmes : akıl oyunlarının gölgesinde

Bu dünyada yaşıyorsanız bir şekilde Sherlock Holmes'ü duydunuz, mecburen, popüler kültürün dedektiflik alanında bize sunduğu neredeyse tek ve kesin karakterdir çünkü Holmes.
Gene de, mesela benim yaptığım gibi 25 yaşına kadar hiç bir elinize alıp da neymiş ne değilmiş bu bir okuyayım dememiş olabilirsiniz. Ben de hakikaten bunca yıl ne yapmışsam, tüm klasik sayılabilecek şeyleri, popüler her bir şeyi daha yeni adamakıllı inceliyorum. Herhalde ansiklopedilerle, antik mısır temalı romanlarla pek bir vakit geçirmişim, kafamı kaldırıp da bunlara bakmamışım.
Sherlock Holmes'a dair okuduğum ilk şey, yaklaşık ortaokul yıllarıma denk gelen, Oxford'un şu stage'ler şeklinde dizilmiş ingilizce kitaplar serisinden "The Hound of Baskervilles"ti. Tabi o zamanlar bir elimde kafam kadar sözlükle ne anladım, orası tartışmalı. Mesela bakıyorum da şimdi önümde duran kitaba, "hound"un altını çizip "av köpeği" yazmışım, tıpkı "mist"e de ok çıkarıp "sis" demem gibi. Sayfalar kurşun kalemle yazılmış Türkçe anlamlarla dolu, evlere şenlik resmen. Bu halde, kitabın içindeki hiçbir kelimeyi bilmezken nasıl okuduysam artık.
2009'da şimdiki serinin ilk filmi çıktığında da elime düzgün bir kitabını geçirmeyi gene de başaramamışım demek ki, geçen sene ikinci film geldi, bu arada ortalığı kasıp kavuran BBC uyarlaması dizi ekranları işgal etti ama ben gene de kendimi kasmadım. Ama işte, geçen ayın başında kütüphanenin yeni gelenler kısmında görünce, hem de doğru düzgün bir derleme olarak bulunca, vaktidir dedim aldım elime. Bir hafta bile sürmedi neredeyse okumam. Tahmin edebileceğiniz gibi bir solukta okunuyor Holmes'ün "case"leri.
Benim gibi bilmeyenler için yapısını anlatayım. Sherlock Holmes hikayeleri, kitapları, 1800'lerin sonunda Afganistan'dan dönen Dr.John Watson'ın Sherlock Holmes'ün yanında ev arkadaşı olmasıyla başlar. Herşeyi de bize zaten Watson anlatır, Holmes'ün çözdüğü-çözemediği olayları gazeteye-dergiye seri halinde yazar. Holmes'ün yöntemleri hakkında ne düşünüyorsa anlatır, önceleri takdir etmese de sonradan anladıkça ve gözlemledikçe ona hayran olmaya başlar. Holmes da aynı şekilde Watson'ı dünya üzerinde en güvendiği insan olarak görür, her olayında mutlaka yanında ister onu, çıkarımlarını, gözlemlerini sorar, kendininkileri onunla paylaşır.
en son dönem sinema holmes ve watson'ımız
Gayet beğendim diyorum ben bu anlamda Sherlock Holmes hikayelerini ama tam da tatmin olmadım demem gerek. Belki ben çok hızlı okudum, aç bir hevesle tükettim diye belki de ama bana her bir olayın çözümlenmesi çok basit ve üstünkörü geldi nedense. Herşeyin başlangıcı şahane, ne olduğunu merak içinde beklediğimiz karakterler gelip yardım istiyor, heyecanlanıyoruz tamam. Sonra Holmes çıkarımlara, tümdengelimlere girişiyor o da tamam. Olayı çözmek için harekete geçiyorlar, heyecanımız tavan yapıyor, düşüncelerimiz vızır vızır işliyor peki. Ama sonra zırt diye aslında böyleymiş oluyor, tüm heyecanımız sönüyor. Yani benim öyle oldu en azından. Hani vauvvv öyle miymiş olmadım, bu  kadar mıydı dedim kaldım. Bunca yüzyıllık bir efsaneye, klasiğe, bu kadar önemli bir yazına kötü demeye çalışmıyorum, hayır ne haddime de. Ben sanki biraz yüksek beklentilerle okumuşum, o kadar yüksekten bakınca da bir türlü içime sinmedi gibi birşey oldu işte.
bunlar da tv holmes ve watson'ımız
Neyse en azından Martı Yayınları böyle güzel bir toparlama olayına girişmiş, o iyi. Bu benim okuduğum serinin ilk kitabı. Ardından bir de Sherlock Holmes : Suç Detayda Saklıdır çıkarmışlar ama kütüphanedeki iki kopyası da okuyucudaydı ve resmen eylüle kadar rezervasyonluydu (evet yuh, bence de yuh), o yüzden henüz elime geçiremedim. Ayrıca gördüğüm kadarıyla bir de üçüncüsünü Sherlock Holmes : Şüphe Asla Uyumaz'ı basmışlar. Bir de Ankara'da yaşıyorsanız veya yolunuz düşerse, Dost Kitabevi kocaman bir Sherlock Holmes kitaplığı yapmış hemen girişe yakın bir yerine. 5-6 raf toptan her türlü Sherlock Holmes kitabıyla kaplı. İstediğiniz her bir hikayesini bulabilirsiniz.
"Benim işim, karanlıkta kalmış bu insanların yol açtığı kötülükleri sona erdirmek. Suçluları ayrı ayrı çözümleyip, her kılığa bürünebilme yeteneğimle doğru izlerin peşinden gittiğime inanıyorum. Uyguladığım yöntemler ise, en az izini sürdüğüm suçlular kadar farklı. Ve şunu bilmenizi isterim ki, kesinlikle hepsi işe yarıyor." diyor Holmes, ben de katılıyorum ona ve en kısa zamanda maceralarına kaldığım yerden katılacağımı haber ediyorum.

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...