ben whishaw etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ben whishaw etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mart 2016 Pazartesi

Suffragette (2015) - Feminizm mi o da ne?!

1900'lerin ilk yıllarında, Britanya'da, güneş batmayan imparatorlukta sefaletin içinde bir çamaşırhanede çalışan Maud Watts'ın tek derdi üç beş kuruş kazandığı parayı, aynı çamaşırhanede çalışan kocası Sonny'nin kazandıklarıyla birleştirip, küçük oğulları George'un karnını doyurmaktır. Annesi de orada çalışmış, Maud o çamaşırhaneye doğmuştur zaten, başka bildiği bir hayat yoktur. Kullandıkları maddeler ve çalışma koşullarından dolayı zaten yaşam süreleri de kısadır çamaşırcıların. Önünde olsa olsa bir 10 yıl ancak vardır Maud'un. Öyle yaşar. Ama dünyada, Britanya'da birşeyler olmaktadır, kadınlar etrafta bağırmaktadır oy hakkı için. Çamaşırhanede ve iki göz odada geçen hayatının içinde Maud için üzerine düşünülecek şeyler değildir bunlar. Ama çamaşırhanede Violet Miller işe başlar ve Violet, kadınlara oy ve eşitlik gibi konularda savaşan Suffragette hareketinin oldukça aktif, dik başlı üyesidir her ne kadar her akşam kocasından dayak yemeyi ihmal etmese de.Violet sayesinde tanıştığı bu yeni dünya ve fikirlerin içine çekilir Maud ne olduğunu anlamadan.
Suffragette bu şekilde Maud'un üzerinden o dönemde Britanya'daki kadın hareketini anlatmaya çabalıyor. Bir kere izlemesi biraz zor, çok durağan bir akışı var. Büyük büyük oynayan kimse yok, her bir oyuncu kameranın önünden adeta birer duvarın içine hapsedilmiş, üstüne kireç atılmış gibi geçiyor. O duvarın içinde sessizce attıkları çığlıkları hissetmemiz için belki de. Kimse ajitasyon yapmıyor, kimse durumunu anlatmak için kendini parçalamıyor. Sessizce kendi yolunda duruyor ve biz o duvarlarla birlikte o çığlıkların bize çarptığını anlıyoruz.
Filmin kendi içinde tutarlı olan hikayesinin tarihi arkaplanına baktığımızda ise çok farklı bir senaryoyla karşı karşıya kalıyoruz. Açıkçası Suffragette hareketi ile, bunun dünyadaki, hatta Türkiye'deki paralelleriyle (tüh bu kelimeyi kullanmayaydım! ama başka bir kelime de olmuyor yerine, neyse kısmet artık) ilgili hemen hemen hiçbir şey bilmiyordum. Sanırım böyle kocaman bir çoğunluğuz biz, ilkokuldan itibaren kız erkek hepimiz aynı mottoyu ezberleyip, yol ediliveriyoruz. Ne o işte, kadınlara seçme ve seçilme hakkı şu tarihte verilmiştir, bu tarih işte dünyadaki birçok gelişmiş ülkeden daha erkendir, biz şahaneyiz bir harikayız yaşasın biz! (Unuttuysanız, ki okulda öğrettikleri pek çok şey gibi bunu da unuttuğunuzu-unuttuğumuzu biliyorum, wikipedia). Sanki öyle birden bire, gökten iner gibi, meclis durmuş hadi kadınlara da bu hakkı veriverelim demiş gibi. Ne öncesi ne sonrası var bu bilgimizin. Verilmiş mi, verilmiş verilmiş. O zaman sorun yok. Böyle bildik biz.
kaynak: Michigan Daily
Ama meğerse dünyada neler olmuş, burada neler olmuş? Yalnız bir şey diyeceğim, elimde olmadan sinirimden gülüyorum bunları yazarken. O kadar saçma geliyor ki böyle bir ülkede şu an kadın hakkı falan filan diye yazmak. Allahım yarabbim ben neyden bahsediyorum acaba diye bir gülmedir alıyor yarım saattir. Ah ama napıyorum ben gülmek hiç yakışıyor mu bir kadına, ne densizlik ne hadsizlik! İçime şeytan mı kaçtı nedir, aa ama zaten kadın olarak şeytanın ta kendisi oluyorum ya ben, daha neyin sorgusu bu. Zaten 30 yaşıma gelmiş kadınlık görevlerimin hiçbirini yerine de getirmemişim ne evlenmek ne çocuk, ana da olmadığıma göre kadın da sayılmam, kız mıyım kadın mıyım bilmem çok afedersiniz. Neyse en azından bombayla falan ölemeyen kadınları da erkekler gerektiği gibi öldürüyor çok şükür, hiç dert etmeme gerek yok kendimle ilgili.
kaynak: History Today
O değil de aslında Abi Morgan'ın yazdığı senaryo da esasında tam olarak durumun içeriğini bize yansıtmıyor-muş, okuduğum kadarıyla öyle anladım ben. Britanya'da bu seçilme olayı zaten belli bir kesimin, hadi ben diyeyim zengin perukluların siz diyin kelli felli aristokratların burjuvaların elinde olan bir şeymiş. Yani erkeklerin de hepsinde bu hak yokmuş. En azından kadın-erkek diye değil, zengin-fakir diye ayrım varmış buna da şükür! (Te Allahım!). Kadınların bu konudaki ilk hareketi de yine aslında bir kısım kadına bu hakkın verilmesi yönündeymiş. Yani tam olarak bizim bugün anladığımız türden bir hareket değil gibi görünüyor filmin anlattığı dönemdeki olaylar. Ama tabi çok okumak ve yine okumak gerek. Ben hızlıca bir göz gezdirmemin yalancısıyım (ulan valla şu minos saraylarını, hitit sanatının iciğini biciğini okumaktan vaktim olsa okuyacaktım yeminle).
Yalnız Carey Mulligan'a bitiyorum biliyor musunuz? (bir de Romola Garai'ye :>)
kaynak: Time Out


Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...