alan rickman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alan rickman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Jane Austen Uyarlamaları Dosyası 1 : Sense&Sensibility

Sense&Sensibility, Austen'ın 1811'de yayınlanan ilk romanı. Elinor ve Marianne Dashwood adlı iki kız kardeşin hayatlarını merkeze alarak, aşkta ve ilişkilerde, yaşamda zıt karakterlerin duruşlarını, tepkilerini anlatıyor. Babalarının ölümünün ardından, üvey erkek kardeşleri tarafından neredeyse kovulmuş kadar olup, yaşadıkları hali vakti yerinde evden ve yaşamdan ayrılmak zorunda kalan Dashwoodlar, bir anne ve üç kızkardeşten oluşuyor. Elinor ve Marianne yakın yaşlarda (18-20 civarı), en küçük Margaret ise 10'lu yaşlarının başında. Yeni yerleştikleri oldukça fakir sayılabilecek yerde, yeni insanlarla ve aşkla tanışıyorlar. Erkek karakterlerimiz Edward Ferrars, John Willoughby ve Albay Brandon. İlk başta sıkıcı gelse de ilerleyen bölümlerinde oldukça güzel hale gelen bir hikayesi var S&S'in. Özellikle benim gibi ara ara Elinor'la aranızda bağlantılar kuruyorsanız, daha da ilgi çekici olabiliyor.
Pek çok uyarlamasından son ikisini; Ang Lee'nin 1995 yapımı sinema filmini ve BBC'nin 2008'deki tv dizisini karşılaştıracağız:
Elinor'larımız
1995'teki Elinor'umuz Emma Thompson şahane bir oyuncu olmasına ve karakteri inanılmaz oynamasına rağmen benim için bir türlü Elinor gibi görünmedi. O senede neredeyse anneleri yaşında ve olgunluğunda görünüyor. Keşke sadece senaryoyu yazıp, geri çekilseymiş. Ya da bir 15 yıl önce Elinorluğu deneseymiş.
Bunun yanında 2008'deki Hattie Morahan müthiş. Hem görüntüsüyle, hem de çizdiği Elinor portresiyle. Sayfalardan fırlayıp, önünüzde kanlı canlı, tüm o ciddiliğiyle ama içinde fırtınalar esen haliyle Elinor'u önünüzde buluyorsunuz. Gözleri her bakışında bir şey anlatıyor, duruşu her sahnede kuralları gösteriyor. Tek kelimeyle muhteşem.
Marianne'lerimiz
1995'in Marianne'i Kate Winslet karakterin yaşına uygun görünüyor, canlılığını oldukça iyi yansıtıyor. Filmin içinde yerinde bir Marianne seçimi gibi. İlk baştaki pervasızlığını da sonraki değişimini de iyi bir şekilde hissettiriyor.
2008'in Marianne'i de Charity Wakefield. İlk bakışta seneler öncesinden ilham alınmış, Kate Winslet'in yeni bir versiyonu bulunmuş gibi görünüyor. Ama izlemeye devam ettikçe, onun da neredeyse Winslet'inkini katlayan oyunculuğuna hayran kalıyorsunuz.
Edward Ferrars'larımız, resmin kaynağı : knigtleyemma
Edward Ferrars meselesi ayrı bir sorun. Kitaptan dolayı herkesin kendi kafasında yarattığı bir şekli vardır Ferrars karakterinin ama sinema filminde Hugh Grant sayesinde tamamen sümsük ve zerre ilginçliği olmayan bir karakter haline gelmiş durumda. Ama tv dizisindeki Dan Stevens resmen Edward'a yeniden kan veriyor. Öylesine olağanüstü duygu dolu, derinliği olan, düşünceleri olan bir karakter ortaya koymuş ki Stevens, kitabı okurken o kadar da etkilenmediğiniz bu aşk, dizideki en etkileyici hikayeye dönüşüyor.
Willoughby'lerimiz, resmin kaynağı : a lovely time
Willoughbylerin ilki Greg Wise, 95'te iyi bir iş çıkarmış olsa da pek göze batmıyor. İkincisi Dominic Cooper ona göre 2008'de daha canlı ve duygulu bir Willoughy portresi çizmiş.
Albay Brandon'larımız
Ve en doldurulması zor karaktere geldik. Albay Brandon, her iki uyarlamada da resmen izleyeni kendinden geçirtecek performanslarla hayat bulmuş durumda. 1995'te Alan Rickman'ın o müthiş Brandon'ınına karşılık, 2008'deki David Morrissey mucizesi var. İkisi de gururlu, doğrucu ve acı çekmiş, aşık Brandon ruhunu o kadar başarılı bir şekilde sunuyor ki hangisi daha iyi karar vermek söz konusu bile olamaz.
Dashwood kardeşlerimiz
Hikaye açısındansa Emma Thompson'ın film senaryosu biraz tutuk ve durağanken, dizinin süre avantajından da dolayı Andrew Davies'in senaryosu kitaba oldukça bağlı olmasının yanında bir o kadar da akıcı ve eğlenceli.
Sonuç olarak ben izlenmesi için 2008 tarihli BBC versiyonunu tercih ederim ve öneriyorum. Sinema filmi de belki Kate Winslet ve Alan Rickman için izlenebilir. Ama önermem. Ang Lee'nin kafasına domatesler fırlatmak isteyebilirsiniz.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Robin Hood : Prince of Thieves (1991)

90'lı yılların son zamanlarında, başındaki durumun tekrarı olurcasına, kuzenimin bir tanesi gene bizde kalıyordu bir süreliğine. 5-6 sene öncesinde üniversite sınavına hazırlanmak için gelip, kalmıştı. Üniversitesini okuyup, bitirince de bu defa iş bulmak amacıyla bize gelmişti.
Küçükken, pek mülkiyet hakkınız yoktur evde. Bizim zamanımızda öyleydi yani. Gelen misafir, akraba, evin ufağının odasına yerleştirilirdi. Benden 8 yaş büyük kuzenim de ranzanın altına yerleşti doğal olarak o zamanlar. O  çeşitli işler bulup, çalışırken o sürede, ben de okula gittim, geldim. Pek çok şeyi yeni yeni öğrendiğim-keşfettiğim yıllar tabi. Misal genç bir insanın günlüğünü dolaba, giysilerinin arasına saklamaması gerektiğini bizzat elime düşüveren bir tanesinden öğrenmiştim. Neymiş, büyüklerinden hatalarından ders al ama onlara hatalarını çaktırma.

O vakitlerde bir gün de elinde bir kasetle çıkagelmişti kuzenim. Evet kaset, sadece kaset, kabı kağıdı falan yoktu. İşyerinde mi bulmuştu artık, yoksa geri kalanını oralarda unutmuştu da gelmiş miydi bilemedim, bilmiyorum. Kağıdı olmadığı için de bana hiç ilgi çekici gelmemiş bir Bryan Adams kasedi. Üzerinde beyaz harflerle "Waking Up The Neighbours" yazıyordu. Görünüşünün ilgimi çekmemiş olmasının yanında, o zamanlarki İngilizce müzik zevkim Backstreet Boys-Britney Spears denizlerinde gezdiğinden haliyle kasedin içi de bir ışık vermiyordu. Azimle koyup, dinlemeye çalışmam sonuç vermemişti. Şarkı dağarcığım "uuuu beybiiiiiii yapmam böyle etmem şöyle ug ug ug beybiiiii" şeklinde olunca, Bryan Adams'ın yeteri kadar anlam dolu, düzgün cümleleri pek sıkıcıydı benim için.
Kudüs'te esir düşmüş Locksleyli Robin

Ku Klux Klan tribindeki Nottingham şerifi

Britanya topraklarında belki de ilk namaza duran insan olan Azeem
O kadar dikkat etmemişim ki o kasete, içinde "(Everything I Do) I Do It For You" olduğunu bile çok sonradan öğrendim. Artık zamanın birinde nereden bulduysam yükleyip, dinledikten sonra "Summer of 69"u Bryan Adams dinlemeye başlamamın ardından kasedi dinlemeyi aklıma getirebilmiştim.
Evet çok uzun bir giriş oldu, olayı en en en başından aldım farkındayım ama neden bu filme de Bryan Adams'dan girdiğimi anlamışsınızdır. Zaten televizyonda her sene en azından bir defa yayınlanan ve çoğumuzun hayatından en azından birkaç sahnesini görmüş olduğu bir filmi yeni baştan açıp, baştan sona izlemem için motive eden şey de buydu.
Leydi Marion Dubois
Tabi Kevin Costner'la aynı doğumgününü paylaşıyor olmamım da bir etkisi yok desem yalan olur. Jason Segel'le birlikte bu duruma sahip olduğum az sayıdaki insandan biri olduğu için kendisi, ayrıca kanım kaynar, filmlerine daha farklı bir ilgi duyarım.
Dürbün icat olundu
Hikayenin bu 1991 tarihli uyarlamasının dışında başka bir sürü hali mevcut. En erken 1902 tarihine rastlanabilen uyarlama listesinin sonuncusunu daha geçen sene izleme şansımız olmuştu. Britanya'nın Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri'yle birlikte en bilindik ve meşhur hikayesi bu anlamda Robin Hood. Ama söylemek gerek ki 1991'deki bu Kevin Reynolds yönetmenliğindeki filmin yeri bir ayrı.
Hayır o bir insan-Will Scarlet

Küçük John
Bu uyarlamada hikayemiz her zamanki gibi Haçlı Seferleri zamanına uzanıyor. 1194 senesinde Kral Aslan Yürekli Richard'ın gazıyla kendilerini Kudüs'te bulmuş olan İngiliz soyluları-şövalyelerinin kimisi eve dönebilmişken kimisi de orada esir düşüyor. Locksley'li Robin de onlardan, arkadaşı Peter Dubois ile bir zindanda, barbar Türklerin (el kesen hem de o derece :p ) kendilerine ceza vermelerini beklemekteler. Ama tabi bu Robin, bir aldatmaca, bir yürekli davranış, bir şaşırtmaca sonucunda kaçmayı başarıyor oradan. Peter'ı kaybetse de Azeem (bizde Azim işte) adlı bir Mağripli'nin kendisini koruma yeminiyle birlikte sisli puslu ülkesine doğru yola koyuluyor.
Kankalar

Rahip Tuck
Ama ülkesi bıraktığı gibi değil. Ortamdan faydalanan Nottingham şerifi her şeyi ele geçirmiş. E Robin'e de Sherwood ormanındaki kanun kaçaklarıyla ve onların fakir aileleriyle kendi saltanatını oluşturmaktan başka yol kalmıyor. Kralın kuzeni Leydi Marion'la kalplerin havada uçuşması da olaya renk katıyor. Hikayeyi çoğumuz biliyoruz zaten, zenginden alıp fakirleri doyuran bu sırada da bizim Spiderman gibi hem dövüşüp, hem çene yapan Robin, birçok maceradan sonra mutlu sona ulaşıyor.
Perili Sherwood ormanı

Sherwood yerleşimi
Otuzlarındaki bir Kevin Costner, bu Robin Hood'a cuk oturuyor tabiki. Saf bir güzelliğe sahip Mary Elizabeth Mastrantonio incelikle Leydi Marion olurken, Alan Rickman (bizim Snape'imiz, herşeyimiz, Severus'umuz) harikulade işler yapıyor Nottingham şerifi olarak. Kanımca ekranda izlenebilecek en güzel komedi performanslarından birini sergiliyor, hem de üstündee gençliği, hareketliliği varken. Bir de Sean Connery'den güzel bir geçiyordum, kral lazımmış uğradım kısmı var. Es geçmeyelim.
Meşhur ok

Duvar aşan bro's

Kral lazım dediler geldik.
Hikayenin en ilgi çekici yanıysa bu uyarlamada, Morgan Freeman'ın canlandırdığı Mağripli Azeem. Başından sonuna, ettiği her laf, yaptığı her hareket, her bakışı, sahnede her bulunuşu birer hazine değerinde. Gerçi çoğu izleyicinin tepkisini çeken de bu oldu yıllarca. Bir deri parçasını rulo yapıp, iki ucuna birer cam parçası koyup dürbün yapan Azeem, Robin'in bunu anlayamamış haline "Senin bu cahil ırkın nasıl oldu da Kudüs'i ele geçirdi acaba?" diye soruyor mesela. "Tanrı bilir." derken Robin, biz kopuyoruz. Ama insanlar nasıl olur da o zamanın bir Mağriplisi Çinlilerin bulduğu barutu oralarda kullanır diye akıl yürütüyor, beğenmiyorlar işte.


Haa bir de, siz bu "Everything I Dooo, I Do it for youuu" diye kendini paralayan Bryan Adams'ın sözlerinin Robin'i mi kastettiğini sanıyorsunuz? Nottingham şerifinin baronlarla işbirliği yapıp, kralı ortadan kaldırmayı planladığını, kuzenine onun iyiliği için iletmesini söylediğinde Robin Leydi Marion'a, "Hayır" diyor Marion. Robin de korkudan söylemek istemediğini sanıyor önce. Ama sonra devam ediyor Marion, "Senin için yapacağım."

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...