13 Kasım 2018 Salı

Deborah Harkness'ın Ruhlar Üçlemesi ve "A Discovery of Witches"ın İlk Sezonu

Tarihçi Diana Bishop, yine her günkü gibi odasından çıkar, araştırmasına devam etmek üzere Bodleian Kütüphanesi'nin kapısından içeri adımını atar. Alanının en genç  profesörü olan Diana, eski simya metinlerini inceliyor, tarihin tozlu parşömenleri arasında simyanın izlerini sürüyordur. Hemen hemen her zamanki yerine oturur, istettiği el yazmalarını önüne alır ve olağanüstü bir şeyler olmaya başlar. Diana çok tuhaf bir şeyler hissettiğinden hemen gerisingeri rafına yollar yazmayı. Büyülü olduğunu anlamıştır çünkü eh, Diana da kuşaklar boyu güçlü ve ünlü cadılar çıkarmış bir soydan gelen bir cadıdır. El yazmasının büyüsünü sadece Diana hissetmez tabi, Oxford çevresindeki hemen hemen her cadı, büyücü, demon ve vampir de hisseder. Ve bu el yazması tam da hepsinin yüzyıllardır aradığı cevapları barındırdığına inanılan şeydir. Diana ne yaptığını bilmeden tüm doğaüstü yaratıkların hedefi haline gelir bir anda. Onu tüm bu tehlikeden koruyacak beyaz atlı şövalye ise tehlikenin tam da kendisi olarak önünde beliriveren genetik profesörü Matthew de Clermont'tur. Soylu Clermont ailesinin üyesi olan vampir Matthew de Clermont.
İnsan bazen bazı hikayelerle, bazı kitaplarla karşılaşması gereken kesin bir zaman olduğunu düşünmüyor değil. Cadı Diana ile vampir Matthew'un böyle başlayan hikayesi de benim için öyle bir hikaye. Ne öyle ahım şahım, ne de dünyalar yaratan-yıkan bir hikaye bu, bence. Ama işte, bir şekilde hayatımın bu döneminde, kabaca bir aylık bir zaman diliminde hayatımın tüm b.ktanlığından kaçabilmem için kafamı tümüyle içine gömebileceğim bir dünya oluşturma göreviyle yazılmış gibi hissettirdi bana. Çünkü bakın tam da size bahsetmiştim ya bir şeylerden, şu yazıyı ("Bir Yolu Olmalı")yazmıştım hani. Hah işte o aydınlanışın hemen ardından haftasonu kahvaltımı yaparken izlemek için bir şeyler açmak üzere bakınırken her zamanki web sitesine, bölümünü gördüm ve ha cadılı falan, uzundur böyle şeyler gelmiyordu bakayım diye açtım. Daha ilk dakikalardan beynime okları yollamakta gecikmedi. Henüz birkaç gün önce neler düşünmüştüm, şimdi önümde tarihçi görüyordum (hem de Oxford'da! hey yarabbim!). O ilk bölümü nasıl duygu coşmasıyla izledim tarif edemem. Cadılar vardı, vampirler vardı, büyüler vardı, yağmurun çiselediği taş döşeli yollarıyla Oxford manzarası vardı, Matthew Goode vardı tarih mitoloji vardı, kendimle özdeşleştirdiğim simgeler vardı,...sanki 15 yaşıma geri dönmüştüm, hayat daha yeni başlıyordu, tüm olasılıklar önümde uzanıyordu.
Deborah ablanın ta kendisi,
kaynak:Boulder Book Store
Tabi nereden çıkmış bu diye interneti didik didik etmekte gecikmedim o gün. Deborah Harkness isimli Amerikalı bir yazarın 3 kitaplık serisinin ilk kitabından uyarlanmıştı dizi (http://deborahharkness.com/). All Souls (bizdeki basımında Ruhlar) üçlemesinin ilk kitabı A Discovery of Witches'dı (Cadıların Keşfi), ikincisi Shadow of Night (Gecenin Gölgesi) ve üçüncü kitap da The Book of Life'tı (Hayat Kitabı). Pegasus Yayınları'nın seriyi gayet keyifli kapaklarla ve güzel bir baskıyla bastığını ve kutulu bir şekilde de internette satılıyor olduğunu görünce zaten hemen sipariş verdim. Kitaplar elime geçtiği andan itibaren de ilk kitaba öyle bir gömüldüm ki 672 sayfalık kitabı bitirmem 4 günümü almış, farkında bile değildim. Ha ama okurken yanlışını, eksiğini gediğini, falsolarını, kalitesini-kalitesizliğini de anlayarak, farkına vararak okudum. Ama sırf hikayeden ötürü kendimi öyle bir kaptırdım, gittim. Ama bakın bu noktada elimizdekinin ne olduğunu, ne olmadığını söylemem gerekiyor. Bu tıpkı Twilight ve ondan sonra gelen diğerleri gibi (evet o grili tonlu şeyler de dahil) evinde, işinde oturan yaşını başını almış bir ablanın ay aman ben de böyle hayal ediyorum, hülyalara dalıyorum diye yola çıkarak tesadüfen(!) çok-satan olmuş hikayesi. Bu tür kitapların (ve yazarların) taşıdığı tüm "attribute"ları taşıyor. Ana karakteri kendisinin tıpkısının aynısı: Tarihçi, İngiltere'de eğitim görmüş bir Amerikalı, fiziken tıpatıp kendisi ve binicilik gibi kendisinin de yaptığı bir hobiye sahip vb. Dahası Deborah abla resmen oturmuş, bakmış, okumuş tüm bu tür kitapları, hepsinde ne var ne yoksa bir araya katıştırmış. Cadılar, vampirler, araya hadi değişik bir şey yapmadı demesinler diye demon diye bir tür koymuş (ki gerçekten onlara ne yeteri kadar işlev yükleyebiliyor ne de yeteri kadar derinlik verebiliyor - bu arada "demon" sözcüğü ve kavramı esasında tarih içinde Hristiyanlaşan Avrupa'nın literatüründe yer alan bir şey), büyü olayını da eh o kadar yıllarca tarihi metinler üzerinde çalıştığından değişik mantıklı renkli zeminlere oturtmuş. Olay örgülerini, karakterlerin kişiliklerini, hikaye yapılarını bulabildiği her şeyi hakikaten bir araya getirmiş. Okurken sık sık hah bu da şuradan, o da buradan diye hatırlayıp duruyorsunuz. Hayır işin komiği tek bir seriden araklamamış olması. Öyle olsa ulan köftehor gitmiş çalıp çırpmışın diyeceğim, tüüü edeceğim. Ama hiç bozuntuya vermeden, gayet dikiş diker gibi bulabildiği her şeyden kocaman bir, onların "patchwork" dedikleri
battaniye yapmış. Zaman yolculuğu da var demiş miydim mesela ? :)
Evet var. İkinci kitapta da geçmişe gidiyoruz. Ki bence serinin en iyisini bu kitap yapan unsurlardan biri bu. Hayır benim zaman yolculuğuna zaafım olduğundan ötürü değil, ilk kitaba göre cidden yazımında dağlar bayırlar kadar ilerlemeler göründüğü için Deborah ablanın. Hakikaten ilginç bu durum. Tamam bir yazarın ikinci kitabında gelişmesi, geliştiğini görmemiz çok normal bir durum ama bu öyle de değil. Ana karakterlerimiz, bu cadımızla vampirimiz ilk kitapta nasıllarsa öyle konuşmaya, davranmaya devam ediyorlar ikinci kitapta da. Yani alabildiğine ergenler (sadece karakterleri açısından demiyorum, yazım açısından da öyleler, çünkü yazan kalemimiz yazamıyor). Ama olayların akışı, parçaların bir araya gelişi, geçmişin tablo gibi içindeki her bir öğesiyle önümüze resmedilmesi şahane oluyor. Hele ki kalabalık sahnelerde, bir dolu karakterin bir arada olduğu ve konuştuğu, etkileştiği sahnelerde Harkness ondan beklenmeyen bir şekilde çılgınca yazmış. Çoğu sayfada ne oluyor yahu nasıl olur yani bu kitabı yazanla ilk kitabı yazan, dahası birkaç sayfa önceki bölümleri yazanla bu bölümleri yazan aynı insan olamaz diye bakakaldım kitaba. (Bir de kitabı elime her alışımda içimden fışkıran, kafamın içinde dönüp duran şarkıdan da çok muzdariptim, öyle böyle değil gece gölgenin rahatına bak bir de dön kaderimin bahtına yaaaarrr)
Ama tabi bu ikinci kitabı okurken hissettiğim keyif ve şaşkınlık, üçüncü kitapla birlikte yerini aynı sıkıntıya bırakmakta gecikmedi. Üçüncü kitapta da yine kendisine dönmüş Deb abla. İlk kitapta hatalarıyla, kötü yazımıyla falan yine de idare edilebiliyordu hikayenin aşkına ama son kitapta sanki her şeyi cevaplandırmak, sonuca erdirmek zorunda olduğunu bildiğinden ve tabi daha katıştırması gereken başka başka kitap serilerinin son kitapları olduğundan ötürü bir sıkıcılık, bir tekdüzelik, aman şuraya da bir şaşırtıcı şeyler yapayım da vauuuvv desinler'cilik hakim oluyor. Bakın ablanın elinde manyak malzemeler var, kendi halinde bile bıraksan acayip eğlenceli, keyifli olabilecek bir hikaye bu. Ama bir şekilde olmuyor, olamıyor. Üçüncü kitap tüm hevesimi de iştahımı da söndürüp, beni içinde süründürüp öyle bitti.
Tabi şimdi diyorsunuz aldın yere attın üstünde tepindin sonra da gömdün resmen. Hayır sadece objektif oluyorum. Evet çok keyif aldım, çok sevdim bu hikayeyi. Önüme çıktığı için ayrıca mutluyum, memnunum (gerçi ilk karşılaşmam değilmiş bu, seriyle. Goodreads'teki okunacaklar listeme eklemişim görüp de taa 2015'te ilk kitabı ama işte, dedim ya ilk başta, her hikayenin bir zamanı varmış). Deborah Harkness yarattığı bu evrenin içine dalmaktan, orada o karakterlerle güzel günler geçirmiş olmaktan dolayı gayet mesudum. Ama yazım açısından eksikliğini fark etmemem mümkün değil. Evet, ait olduğu türün çok gösterişli bir üyesi. Yazarının gayet iyi bildiği ve eğitimini aldığı bir konuda - tarih hakkında - yazmış olmasının da etkisiyle belki ait olduğu türün diğer serilerinden bir parça daha öne de çıkıyor gibi. Ama yine de "edebi" açıdan durduğu noktayı okurken açık açık görebiliyorsunuz. Bakın bunu böyle bir tür elitistlik, ne bileyim burnu havadalık gibi dürtülerle yapmıyorum, sadece bunca zamandır kitap okuyan insanlar olarak bir şekilde hepimizin hissedeceği, göreceği şeyleri söylüyorum. Evet damak zevki herkesin farklı oluyor ama bir yemeği tattığınızda yapanın yılların aşçısı mı, yılların evde yemek yapan teyzesi mi yoksa başka biri mi olduğunu anlayabilirsiniz ya, öyle bir şey.
Pekiii, tüm günahlarıyla sevaplarıyla bu hikayenin uyarlandığı dizinin durumu ne? (https://www.imdb.com/title/tt2177461/) İlk sezonu birer saatlik 8 bölüm sürdü, geçen hafta bitti. Yayınlanması da bir ayrı konu zaten, çözemedim ben bu tv işlerini. Oyuncuların falan instagramlarından çözdüğüm kadarıyla taa geçen sene çekmişler 8 bölümü de. Sonra yayınlayacak kanal, platform, ülke aramaya başlamışlar. Bu işler böyle oluyor artık herhalde. Benim internetten bulduğum hali Sky One kanalında yayınlanan (https://www.sky.com/watch/channel/sky-one/discovery-of-witches). Britanya ile senkronize izledim yani. Şimdilerde hala haberleri geliyor, bilmem şu tarihte şu ülkede bu kanala gelecek falan diye. İlk sezonun bittiği günlerde 2.ve hatta 3.sezonun da olacağı kesinleşti, instagramdan duyurdular. Yani 2. ve 3. kitap da aynı şekilde dizi halinde önümüzde belirecek. Mutluyum, çünkü oyuncular çok iyi, rollere çok iyi oturmuşlar ve çekim mekanları, detaylar gayet güzel. Tereddütlüyüm, çünkü ilk sezondaki gibi yaparlarsa izlemek yine gözlerime ve aklıma batar hale gelecek. Böyle diyorum çünkü ilk bölümdeki o coşkum beni bir 3 bölüm falan götürdükten sonra yavaş yavaş bir şeylerin olmadığını görmeye başladım. 3.bölümden sonra sanıyorum alla alla neden böyle, bir terslik bir şey var ama hımm... derken buldum kendimi. Oyuncular şahaneydi. Çekim kalitesi güzeldi. Senaryo bile kitaptan ufak tefek değişikliklerle daha da hoşlaştırılmıştı. Ama tüm malzemenin bir araya getirilişinde bir şeyler yerine oturmuyordu. Sahneler birbirine bağlanmıyordu, geçişler yoktu. Tek tek kameranın çalışmaya başladığı, birilerinin action! diye bağırdığı noktalarla kestiği noktaları görebiliyor, tek tek skeçler gibi hikaye parçalarının sıraya girdiğini hissedebiliyordunuz. Alıp götürmüyordu yani, şimdi bu oldu şimdi şu oldu şimdi bu oldu diye izlettiriyordu dizi kendini. Artık "editing" mi diyorlar işin asıl bilenleri, kurgu mu diyorlar, ne diyorlarsa işte anlatmaya çalıştığımı anlamış olmaları gerek. İşte eğer düzenleme odasındaki ekip bir şeyleri değiştirmezse, bu haliyle gelecek sezonlardaki o manyak malzemeyi nasıl harcayacaklar, tüh diyorum açıkçası.

2 yorum:

  1. Merhaba, Ben dizinin 1.ve 2.sezonunu yeni izledim zaten 2.sezon bu ocak ayında yayınlandı ve ondan birkaç gün önce rastladım diziye ve ilk sezonu izledim sonra hemen arkasına 2.sezon da gelince baya sevdim ve 3.sezonu beklemek istemiyorum yani serinin son kitabı olan hayat kitabını almayı düşünüyorum. Bir sorum var 2.sezon geçmişe gittikleri zamanda geri kendi zamanlarına gelmek için geceyi bekliyorlardı burda bitmişti 3.kitap olan hayat kitabı, acaba hemen burdan sonra mı başlıyor yani arada alsam bir kopukluk olur mu hikaye de ? Rica etsem dönüş yapar mısınız?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, arada kopukluk olmuyor. 2.kitabın sonunda kendi zamanlarına geri dönmek için büyüye başlıyor ya, 3.kitabın başında da o büyünün ortasından başlıyor anlatmaya. 3.kitabı alıp, okumaya başlamanda hiçbir sakınca yok yani zaten mantıken sezonları da kitaplarla senkronize çekiyorlar. 2.kitap nerede başlayıp nerede bitiyorsa dizi de öyle.

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...