12 Ağustos 2018 Pazar

Kerstin Gier'in Edelstein üçlemesi: Zaman yolculuğuyla eğlenceli bir gençlik hikayesi

Geçtiğimiz haziran ayında yine böyle bir cumartesi günü evde huzurun keyfini çıkarabileyim diye şöyle çerezlik, hafif ama ilgimi de cezbedecek bir şeyler izleyeyim diye açmıştım bu her zaman bir şeyler izlediğim online film izleme sitelerimden birini. Ne izleyebilirim ki diye bakınıp dururken, posterini görünce o yıllaaar yılı film izlemekle edindiğim engin tecrübelerim hemen atıldı, al bak bu kesin aradığım gibi bir şey dedim. Gerçi çok fazla "gençlik" şeyine tahammül edemiyor olduğumun da farkındaydım son birkaç senedir ama o kadar takılmam herhalde amaaan kapatır başka bir şey açarım olmazsa dedim. Başladım izlemeye.
Filmin henüz yarısına falan gelmiştim ki baya baya ilgimi çektiğini fark ettim. Allah allah ne ola ki diye kafamda tilkilerle filmi durdurup, nette araştırmaya giriştim. Kim yapmış nereden yapmış neydir diye. Bir kitap serisinden uyarlama olduğunu hatta iki tane daha devam filmi de olduğunu görünce bu kez kitapların peşine düşüp, araştırmaya başladım. Sonra bir baktım ki kitapları okumak istiyorum. Tamam film öyle kaliteli bir şey değildi, hatta oyunculukların kötülüğünden çoğu yerde kahkahalarla eğleniyordum ve sahne geçişleri, düzenleme o kadar amatör görünüyordu ki işlerini ciddiye alıp özel efekt yapmaya uğraşmış ekibe yazık olmuş diye düşünüyordum izlerken. Ama hikaye...Bir şeyler çekiyordu işte. Filmin kaldığım dakikasını kenara kaydedip, tamamen kapattım ve hemen ertesi günü, evden tek bir amaçla çıktım. Gittim serinin ilk kitabını aldım ve o pazar camın önündeki kanepeden kalkmadan o kitabı okudum. Ertesi gün yine elimde o kitap işe gittim, serviste kafamı kaldırmadan okumaya devam ettim, keşke odadakiler bakmasa da gizlice masanın altından kitabı okusam diye hesaplar yaptım tüm gün. O pazartesi eve dönüp de kitabı bitirir bitirmez hemen filmin geri kalanını izledim ve salı akşamı işten çıkınca ilk işim gidip serinin devamı olan diğer iki kitabı almak oldu. O iki kitabı ertesi 4 gün içinde resmen yuttum. Eh o kadar da uzamazdı ama tüm günümü işte geçirmek zorundaydım, lanet olsundu. Haftasonu nihayet geldiğindeyse diğer iki filmi izledim.
Kerstin Gier hanım ablamız
Bu kadar beni tutup içine alıveren hikaye Kerstin Gier adında 66 doğumlu bir Alman teyzenin yazdığı Edelstein (almancadan çevirirsek değerli taş yani) serisi. İlki 2009'da yayınlanan Rubinrot ile 2010'da yayınlanan ikincisi Saphirblau ve üçüncüsü Smaragdgrün'den oluşan "young adult" üçlemesi. Türkçe'ye Firuzan Gürbüz çevirmiş üç kitabı da ve Pegasus yayınlamış: Yakut Kırmızı, Safir Mavi ve Zümrüt Yeşil. Kalın kapaklı olarak basılmış üç kitap da, dizgileri pek eğlenceli sevimli. 14-15 yaşımda falan olsam o kapakları da çok hoş, her bir kitap ayrı bir pastel renkte. Ama işte...bu yaşımda bu görünüşteki kitapları elime alıp, dışarıda görülmekten pek hoşlanmayabiliyorum. Bir de üstünde "Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer" yazınca hepsinin, haliyle bir kendime hem kendime hem de bir türlü büyüyemeyen aklıma sövebiliyorum.
aralara böyle filmlerden sahneler koyuyorum ki yazı iyice içinizi baymasın
Peki beni bu kadar gevezeliğe iten ve yazının burasına kadar hala azimle gelmiş olanları da merak ettiren bu hikaye ne? Aslında tüm bu türden kitaplardan beklendiği gibi bir hikaye ve karakter var önümüzde. 16 yaşına girmekte olan Gwendolyn, ki yine bu türdeki kitapların hepsinin baş kahramanında olduğu gibi onun da uzun ismini kısaltıyoruz Gwenny gibi şeyler diyoruz, kaderin oyunuyla bir bakıyor tuhaf ailesinin asırlardır sırrı olan o ilginç geni o taşıyor. Zamanda yolculuk yapabilmeyi sağlayan bu gen sayesinde ailesindeki kadınlardan her jenerasyonda bir tanesi, bu durumu bilen ve gizli bir topluluk olan Lonca'nın yardımıyla hayatını düzene sokabiliyor. Eh bu jenerasyonda da kabak Gwenny'nin başına patladığından, her zamanki eblek kahramanımız kendini birden bire hem yüzyıllara yayılan komploların, entrikaların hem de hiç beklemediği maceraların içinde buluyor.
sağdaki Charlotte karakterimiz - oyuncu Laura Berlin ama pek güzel demiş miydim :)
Herhalde anladınız, beni çekiştiriveren zaman yolculuğu kısmıydı. Ama bu tema çevresinde çok çok kötü işler çıkaran hikayeler de var, Kerstin Gier çok şükür ki ele aldığı bu pek tehlikeli konuyu bir young adult hikayesinden beklenmeyecek tutarlılıkta ele alabilmeyi başarmış. Tamam öyle Primer'dır Interstellar'dır Edge of Tomorrow'dur falan bahsetmiyoruz, eh haliyle bulunduğumuz evren bir young adult evreni. Ama buna rağmen kendi içinde oldukça tutarlı ve mantıklı bir dünya kurmuş Gier. Çok çok ufak tefek bazı şeylerde ama ama ama oluyorsunuz, sonra da amaaan deyiveriyorsunuz. Yarattığı dünyayı hikayeleştirişi ise ayrıca bir güzel. Normalde bu türden kitapların çoğunda off aman yarabbi bu nasıl bir salaklık diye sövdükten sonra kenara fırlatırım kitabı. Salaklık olarak bulduğum şey olay veya karakter değildir, dildir, yazarın olmayan dilidir. Eğer dili, bu dilin meydana getirdiği cümleleri okunacak gibi değilse mümkünatı yok o kitaba devam edemem. Etsem de sırf ee sonunda nolmuş diye sayfalara göz gezdiririm sadece. Gier'in başardığı işte bir de bu. Dili rahatsız etmiyor. Tamam, benim için bir Markus Zusak ya da Alessandro Baricco veya Umberto Eco değil tabiki ama en azından o diğer tüm salaklar gibi de değil. Kasmıyor, okunuyor. Bir de karakterleri, her ne kadar öyle aşırı özenli gibi gelmeseler de birer ruh edinebilmeyi başarıyor ve keyif veriyorlar. Sadece bazen, yer yer aynı sesin konuştuğunu düşündürtebiliyorlar ama o kadar da takılmıyorsunuz. Bir de tek bir karakter, pek önemli esas oğlanımız Gideon çok ortalarda geziniyor karakter olarak. Gier bir ona bir ruh kazandıramamış gibi geldi bana.
allahııım filmlerin posterleri bile evde ben kendim paintte yapmışım gibi duruyor öyle bir amatörlük
Tabi filmleri de çok geçmeden yapıvermişler. 2013'te ilk kitabın, 2014'te ikinci kitabın ve 2016'da da üçüncü kitabın filmi gelmiş. Almanya yapımı ve Almanca olan filmler hikayeden ötürü Londra'da geçiyor ama ben mecburen Türkçe dublajlı izledim (online izleme sitelerinde altyazılı yoktu). Bu yüzden filmler daha da tuhaf gelmiş olabilir ama yine de o kadar da tuhaf değillerdi. Yani prodüksiyon açısından Hollywood yapımı gençlik-çocuk filmleri gibi görünüyorlardı. İlk filmde yukarıda da dediğim gibi oyunculuklar evlere şenlik. Herkes ayrı ayrı kötü. Yani aslında bilerek kötü yapmamışlar, insan anlayabiliyor. Sadece ortam öyleymiş ve ellerinden başka bir şey gelmemiş gibi. Sonraki filmlerde nasıl oluyorsa değişiyor bu durum. Ya gözüm alıştı ya da önemsememeye başladım bilmiyorum, belki gerçekten de iyileşmiş de olabilirler. Sonraki iki filmde her şey daha yerine oturmuş oluyor. Oyuncular daha iyi oynuyor ve sahneler de daha rayına oturmuş, daha akıcı hale geliyor. Bu noktada sanırım şunu da söylemem gerekiyor: Filmler, kitaplardaki hikayeyi sadece temel noktaları baz alarak alabildiğine yoğurup, kendi hikayesini oluşturmuş. Yani üç filmin de senaryosunu yazan Katharina Schöde öyle yapmış. Bu yüzden ben kendi adıma daha da keyif aldım. Çünkü sevdiğim elementlerle oluşturulmuş iki ayrı hikaye okumuş-izlemiş oldum.
yaa ben sizin shakespeare dinlemenizi severim yaa
Ben bir yandan utanıyorum okuduğuma evet, sonuçta kafamda bu yaşıma dair belli kurallar var. Ama bir yandan da ohh be iyi ki de keşfettim de okudum pek de keyif aldım oh olsun diyorum. Ve işte hatta tavsiye de edebiliyorum gönül rahatlığıyla. Yani tüm bu hikayeyle aslında neyi tavsiye ettiğimi anlayabiliyor olduğunuzu düşünüyorum.
Şimdi dönüp bakıyorum da o hafta, tüm bir hafta hakikaten kafam böyle bir devamlı sarhoşluk hali içindeydi. Tüm duyularımı uyuşturmuş haldeydim, çünkü tam da bu uyuşmuşluğa ihtiyacım vardı ve beynim bulduğu bu fırsatı hemen tanıyıp değerlendirdi bence. Atladım resmen can simidi gibi bu hikayeye. Bilinçli bir atlayış değildi, bazen sadece o dönemde ihtiyacınız olan şeydir bu. Sanırım zararlı alışkanlıklar edinenleri, ne bileyim alkol sigara bazı maddelerin bağımlısı olanları falan çok iyi anlayabilirim bu durumumda. Tıpkısının aynısı bir kafa ve ruh haliyle yaptım ben de bunları büyük ihtimalle ama işte sanırım şükretmem gereken nokta benim uyuşturucumun genellikle bir hikaye olması.

Kerstin Gier'in web sitesi-->https://www.kerstingier.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...