19 Haziran 2018 Salı

Jona Lendering'den "Büyük İskender"

"Hikaye son derece bildik." diyerek başlıyor Hollandalı tarihçi Jona Lendering anlatmaya. Evet, hikayeyi hepimiz biliyoruz az çok. Günün birinde, o zamana kadar çok da adı duyulmamış bir halkın kendi çaplarında geçinip giden krallarından biri (veya ikisi) bulundukları dağlık ovalık Makedonya'dan ordularını toplaya toplaya dünyanın bir diğer ucuna Hindistan diyarlarına kadar ortalığı kasıp kavurmuş. Antik dünyanın halkları ona Alexander(os) diyordu ama biz kendimize uydurup İskender deyivermiştik. Zaten sanırım bu ülkede eğitim alan her bir aklı karışığın aklının azıcık daha karışmasına da bu sebep olmuş olabilir.
işte hepimizin bildiği koca burunlu İskender (belki şöyle bir az buçuk Colin Farrell'a benzetebiliriz)
Alexander the Great yani bizim Büyük İskender M.Ö.356 yılında Pella denilen şehirde doğduğunda aslında zaten çoktan yazılmış kaderi. Pella bugün Selanik'in 39 km kadar kuzey batısında, Yunanistan ile Makedonya'nın sınırında yer alıyor. İskender doğduğundaysa kendi yağında kavrulan Makedon krallığının başkentiydi. Gerçi kendi yağında kavrulma ifadesi pek de uygun kaçmıyor o zaman için, çünkü babası II.Phillip (ya da işte Phillipos) kısa süren fırtına gibi bir hükümranlık dönemi sonunda İskender'e neredeyse tüm Yunan kent devletlerine hükmeden bir krallık bırakmıştı. Ondan aldığı tüm hırs, azim, şiddet duygusu ve büyük oranda kendi manyaklığının da gazıyla İskender de onu yüzyıllar sonra tarihçilerin büyük-great olarak adlandırmasına sebep olacak seferine çıktı. Önce Anadolu'ya, oradan Pers İmparatorluğuna bitirerek Mezopotamya'ya, Pers diyarlarına, Mısır'a, Asya'nın içlerine ve Hindistan'a değin sürdürdüğü hiç bitmeyecek gibi görünen seferinin bir noktasında, daha 33 yaşında öldüğündeyse geride fethedilmiş ama resmen içinde her birşey bulunan bir çorbaya dönmüş kocaman bir imparatorluk bırakmıştı. Yalnız ben böyle en sevdiğim şeyi yapmaya başladım, çılgınlar gibi tarih anlatıp, tarihten bahsetmeye giriştim, kendime zor durduruyorum ve odak noktama geri dönüyorum--> kitaba.
Jona Lendering hakikaten şahane bir kitap ortaya çıkarmış. Önce bunu bir söylemem gerek. Bir aksiyon-macera filmi izler gibi dolandırıyor bizi kitabın sayfaları arasında. Ama çok incelikli bir çalışmanın sonucunu bu kadar keyifli bir hale getirebilmiş olması gerçekten büyük bir emek, çok güzel bir aklın emeği. Çünkü konu hakkında bir dolu yazılı belge varmış gibi görünüyor ya da neredeyse 2300 yıldır İskender üzerine, onun seferi ve ardında bıraktıklarının koskoca bir coğrafyayı, kültürü şekillendirişi üzerine birçok şey var elimizde ama aslında her şeyin çıkış noktası yalnızca iki yazılı kaynak. Seferi anlatan iki ana kaynağımız var ve diğer yazılan her şey, anlatılan her şey bu ikisinden yola çıkarak oluşmuş. İşte Lendering eldeki tüm kaynakları, her bir bilgi kırıntısını incelikle özümseyip, bir araya getirmiş ve bize alabildiğine doğruluk içinde ama okuması keyifli bir macera çıkarmış.
II.Phillip olarak tanımlanan büst,
bence ama vallahi bu da Val Kilmer'ı andırıyor
20 bölüm başlığı altında anlatıyor İskender'in hikayesini bize kitap. Her aklı başında tarihçinin yapacağı gibi tabi öncelikle İskender'in içine doğduğu ve onu haliyle o yapan ortamı anlatarak başlıyor. İskender'in hemen öncesinde II.Phillip ve ondan da önceki Makedon kralının, onların döneminde Makedonya'nın Yunan kentlerinin, Anadolu'nun, Pers İmparatorluğu'nun hikayesinden bahsediyor. İskender'in neden İskender olduğunu ve neden daha 20-21 yaşında sonu görünmeyen bir sefere dört nala çıktığını anlayabilmemizi sağlıyor bu ilk 3 bölüm. 4.bölümle birlikte o meşhur sefere başlıyoruz ki ne başlamak! Bitmiyor sefer. İskender ve komutanları, askerleri bir türlü savaşmayı bırakmıyor bölümlerce. Habire bir yerleri kuşatıyor, bir yerleri fethediyor, birilerini kılıçtan geçiriyor ve akşamında da oturup, kusana bayılana kadar içip, vur patlasın çal oynasın yapıyorlar. En başlarda okuması maceralı geliyor. Onlarla birlikte at sırtında biz de uçuyormuşuz gibi ilerliyoruz. Tabi bir yandan da dibine kadar detaylı, kaynaklı bilgilerle doya doya coşuyoruz. Ama bir noktada - en azından benim için - bu bitmek bilmeyen savaş, İskender'in bitmek bilmeyen şiddet-kan koşturmacası insanda bıkkınlık yaratıyor. Çıkış noktasını, amacını, hedefini, yönünü, rüzgarını kaybedip, savruluyor gibi hissediyor insan. Bir de tüm isimler birbirine girmeye başlıyor (yok öyle Rus edebiyatı tarzında bir kargaşa değil bu). Çünkü herkesin ismi aynı :) Tüm oğullarla babaları aynı isimde ve ne tesadüf ki (!) hepsi İskender'in hizmetinde çok tarihi öneme sahip işler yapıyorlar. Eh öyle olunca da oturup liste ve çizelge hazırlayasım geldi seferin ortasında. Ayrıca Lendering gayet mantıklı bir şekilde bu çılgın seferin bazı yerlerinde haritalar koymuş. Ama nedense bu haritalarda ben hiç aradığım yerleri bulamadım ya da öncesinde anlattığı bölümdeki güzergaha oturtamadım haritalarda yer alanları.
Yani demem o ki anlatımı ve hazırlanışı açısından - daha doğrusu yazarı açısından - neredeyse kusursuz denebilecek bir tarih kitabı bu. Tek kusuru, İskender'in kendi piskopatlığı :) (Bir de gözümün önüne hep Colin Farrell'ın küçük emrah kaşlarının gelmesine sebep olması -  bu arada neyden bahsediyor bu deli demeyin-->IMDb)


Kitabın bendeki basımı Kronik Kitap'ın mart 2018 tarihli 3.basımı, Burak Sengir'in (Hollandaca'dan direkt olduğunu tahmin ettiğim) çevirisiyle 455 sayfa. Nisan ayında Remzi Kitabevi'nden almıştım, arka kapağındaki fiyat 30 tl.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...