22 Ekim 2017 Pazar

sandalyede

Bir süredir doğru düzgün rüya görmüyorum. Görmüyordum yani, arada sadece bazı geceleri tekrarlayan şekilde kabuslarla geçiriyorum. Önce gecenin ortasında berbat bir kabusla uyanıyorum, kalkıp yataktan su falan içmeye gidiyorum, kafamı o boyuttan çıkarmaya çalışıyorum. Geri dönüp, uyuyorum. Sonra yine bir kabusla uyanıp, gözlerimi açıp, yatakta bir kendimi kendime getirmeye çalışarak bir süre etrafa bakarak yatıyorum. Tabi bir türlü sabah olmamış olduğundan yine dalıyorum uykuya ve sabah güneşini görene kadar bin kere falan artçı sarsıntılar gibi kabusçuklarla gözümü açıp açıp, kapatıyor; dalıp dalıp geri uyanıyorum. Bu böyle ayda bir iki kere falan oluyor. Böyle geceler dışında da normal rüyalar - yani eskiden burada da anlattığım absürd saçma ama eğlenceli olanlardan - görmüyorum. (Neverland'de anlattığım en son rüya yazısı da yine böyle kabusları anlatıyor bu arada, şimdi baktım da.)
Ama bugün artık bir şekilde anlatmam gerektiğini hissettiğim yeni bir tür "rüya dizisi"ne maruz kalıyorum ya da bilinçaltım maruz bırakıyor beni. İkincisi kere dün gece yine aynı şeyin içine düşünce..ne bileyim. Kendi idamımı yaşıyorum iki seferdir.
İlkinde idam sehpasındaydım. Yani gerçeğini nereden bileceğim filmlerde gördüğüm haliyle bir ortamdaydım. Hani bir tarafta izleyiciler bir camın ardında, camın diğer tarafındaki ufak odada bir sandalye. Ben o sandalyedeyim, bir yanımda bir adam diğer yanımda bir kadın var, görevliler doktorlar falan herhalde. Neden orada olduğumu, kim olduğumu, ne olduğunu bilmiyorum. Tek bir gerçek var, o da idam edilmek üzere oturuyorum. Sonra adam koluma bir iğne yapıyor, herhalde beni öldürecek ilacı veriyor. Gözlerimi kapatıyorum. Ama açılıyorlar, ben kapatmaya uğraşıyorum. Bir yandan çılgınca korkuyorum. Bir yandan da kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum, kendini bırak kendini ilacın etkisine bırak, kendini bırakırsan her şey kolay olacak, hemen bitecek diyorum kendime. Ama bilincim bir türlü beni terk etmiyor. Zaten korktuğum şeyin de bu olduğunu anlıyorum, ya dipsiz uçsuz bucaksız bir boşlukta sadece bir bilinç olarak öylece savrulur kalırsam, ya ölüm buysa, sonsuzluğa boşluğa hapsolmaksa, ya bir türlü bilincim susmazsa diye ödüm kopuyor o anda. Sanırım rüyada bilincimi kaybetmeye uğraşırken o ara ölmeyi başarabildiğimde rüyadan uyandım.
Dün geceyse yine aynı mekan, yine aynı durum insanlar. Ama bu sefer sanırım o sandalyeye oturmamdan biraz önceki bir zamana düştüm. Yine idamıma gidiyordum ama giyinip hazırlanma safhasıydı. Neden bilmiyorum, herhalde idam sandalyesinde onları giymem gerekiyordu, o görevliler bir siyah ince külotlu çorap getirmişti, onu giyiyordum. Yalnız tüm bir rüya süresince o çorabı giydim. Giyme sürecim rüyamdı yani. Bacağımdan yavaşça geçirişim bir ömür sürdü sanki. İpincecik, o tül gibi olan siyah çorap işte, biliyorsunuz.
Ne bileyim anlatmak istedim. Anlatmam gerekiyordu. Anlatmazsam delireceğimi, boğulacağımı hissettim. Şimdi uyumak istemiyorum. Uykular hiç güzel değil böyle çünkü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...