12 Ekim 2017 Perşembe

Robert Jordan'ın Zaman Çarkı serisinin ilk kitabı "Dünyanın Gözü"

Zaman çarkı döner, Çağlar gelir ve geçer, efsaneleşen anılar bırakır. Efsaneler solarak mit olur ve onları doğuran çağ yeniden geldiğinde mitler bile unutulur. Bir Çağ'da, kimilerine göre Üçüncü Çağ'da, henüz gelmemiş, çoktan geçip gitmiş bir Çağ'da, Puslu Dağlar'da bir rüzgâr yükseldi. Rüzgâr başlangıç değildi. Zaman Çarkı dönerken ne başlangıçlar, ne de bitişler vardır.
dedikten hemen sonra bizi bir başlangıca götürüyor Robert Jordan. Bir türlü bitmek bilmeyen kışın bitişini kutlamak için yapılan bahar festivalinden önceki gün köye giden baba Tam ve oğul Rand ile birlikte önce Emond Meydanı halkı ile tanışıyoruz. Kraliçenin yönettiği uçsuz bucaksız toprakların uzak bir köşesindeki bu köy, tüm diğer unutulmuş köyler gibi kendi yağında kavrulup giderken o gece umulmadık, köylülerin akıllarına hayallerine bile gelmeyecek şeyler oluyor. Trolloclar (kötülüğün yaratıkları diyeyim şimdilik ben size) ve Soluklar'ın (ki onlar da yine kötünün hizmetkarları falan) saldırdığı köy yerle bir oluyor neredeyse. Herkesin ne olduğunu anlamadığı bu dehşet verici gecenin sonunda ise bir Aes Sedai ile muhafızı ne yapılması gerektiğine karar verip, yanlarında köyden 3 genç- Rand, Mat ve Perrin - ile yola düşüyorlar. Desen'in ördüğü ağın parçası olan diğerleri de bir şekilde katılıyor bu grubun yolculuğuna, köyün hikmeti (şifacısı gibi bir şey diyelim şimdilik) Nynaeve, onun çırağı Egwene ve bir de aşık (yani bizim bu ellerinde sazlarla atışmaları olur falan var ya öyle aşık yani) Thom Merrilin'in oluşturduğu grup, harap olmuş köyden peşlerinde türlü kötü yaratıklar ve kötülüğün büyük gücüyle dünyanın bir diğer tarafına doğru yolculuğuna başlıyor.
kaynak: OkurveGezer
Zaman Çarkı serisi 14. ve sonuncu kitabı 2013'te yayınlanan, asıl adı James Oliver Rigney Jr. olan Robert Jordan'ın yazdığı kitap serisi. Bu ilk kitap "Dünyanın Gözü" 1990'da yayınlanmış. Fantastik türünün belirli başlı hikaye ve anlatım öğelerini barındırıyor, kendini ne olduğunu anlamadan bir yolculuğun içinde bulan saf karakterlerimiz, zorlu bir yolculuk, kılıçlar, sihir, at üstünde yolculuklar...İthaki'nin yayınladığı bu ilk kitap 817 sayfa boyunca bir Zaman Çarkı evreni oluşturup, kahramanlarımızı onun içine yerleştiriyor.
Şu noktada artık ansiklopedik bilgileri geçip, gerçek anlamıyla hissettiklerimi, düşündüklerimi söylemem gerekiyor, biliyorum. Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. Sanırım en başına dönüp, yavaş yavaş sözü oraya getirmeliyim ki ben de biraz rahatlayayım.
Ankara'da büyüyen çocuklar olarak çok bilindik bir ritüelimiz vardır. Dost kitabevinde buluşulur, orada arkadaşlar beklenirken de hep içeri girilir, eh çünkü Ankara ayazdır, soğuktur her mevsim açıkta beklenmez. Dost'un içi ayrı bir dünya gibidir, çoğumuz kitap okumayı orada öğrenir, türlerle orada tanışırız. Ben üniversiteye başladığım dönemlerde ise Tunalı'da ayrı bir çaba gösterdi d&r, gitti Kuğulu'nun tam karşısına 5-6 katlı devasa bir kitapçı açtı. Dost'un yeri her daim kalbimizde baki kalsa da ilk zamanlar o kocaman binanın her bir katında dolanmak farklı bir keyifti. Eh üniversitede olmak bir yandan da fantastiğe, bilim kurguya yönelmekti. Şimdiki kadar milyonlarca fantastik kitap çevrilmemişti, yazılmamıştı o zamanlar. Her sene yeni bir Dune çevrilecek mi diye rafları kolaçan ederdim mesela. Tam da o sıralarda bir haber hatırlıyorum, çok net hafızamda ve niye bu kadar yer etmiş bilmiyorum. Efsane Zaman Çarkı serisinin yazarı öldü, serinin sonunu yazmadan bıraktı gibi bir şeyler. O koskoca d&r binasında elime serinin kitaplarını aldığımın hatırası da gayet berrak, gözümün önünde. İlk defa duyup, ilk defa bakmıştım o kitaplara ve o zamanki öğrenci harçlığımla şoka girmiştim fiyatlarıyla. Tuğla kalınlığında kitaplar, hem de o fiyatlara. Sonra uzun yıllar süren bekleyişim başladı, indirime girecek mi diye. Konuyu falan okuyorum, arka kapakları okuyorum, aman yarabbi zaten ismi de "zaman" yani, en hassas olduğum konulardan birine de dalıyor gibi. Bundan daha efsanevi bir şey olamaz gözümde. Ben inatla almıyorum kitapları tabi, seneler geçiyor aklımın bir köşesinde zaman çarkı hep efsanevi yerini koruyor. Ha bu arada lisede ilk defa okuduktan sonra Yüzüklerin Efendisi'ni de bir tekrar ediyorum, Dune evrenine dalıyorum ki ne dalmak, sonra araya gereksiz vampirler kurt adamlar melekler bir dolu bir şeyler giriyor ve aklımın o köşesini unutup gidiyorum.
Robert Jordan, famousauthors'tan
Ta ki geçen aya kadar. Cey'in okuyup, neredeyse içine düştüğünü, acayip beğendiğini, halen daha seriyi elinden bırakamadığını görünce o köşe yeniden harekete geçti ve tamam ulan dedim, hayatımda şu anda zaten daha bomboş ve amaçsız olduğum bir dönem hiç olmadı, madem bir dalınca çıkamayacağım o dünyadan, en uygun zaman bu zaman. Hazırlıklı açtım kitabı yani önüme, günlerce gecelerce okuyabilirim, yemeden içmeden de kesilsem şu noktada bana hiç bir etkisi olmaz diye gayet rahatlıkla. Bir yandan da içimde hep bir geri çeken heyecanla. Çünkü o kadar uzun süre kocaman bir beklentiyle merak ettiğiniz bir şeye kavuşmanın çok tuhaf bir heyecanı olur ya, ondan.
Okumaya başladım. Önceleri dedim herhalde o heyecanımdan böyle hissediyorum. Çok büyük beklentiye girdim, birden hemen ışıklar parlayacak şimşekler çakacak üstüme yıldızlar yağacak diye umdum yerli yersiz, ondan dedim. Eh herhalde olmayacaktı, bir kere bu ilk kitaptı, daha en başlarındaydım belli bir hikaye gelişimi karakter yaratımı olmalıydı bir süre vermeliydim. Önce dünyayı tanıtıyordu herhalde yazar, öyle ya ilk defa mı fantastik okuyordun be insan?! dedim kendi kendime. Ama ne yapsam ne etsem de bir şeyler oturmadı, okumaya devam ettikçe içimde daha da büyüdü. Bir noktadan sonra şunu fark ettim, bir türlü ciddiye alamıyordum okuduklarımı ki fantastik bir dünyaya girmek için en başta yaptığımız şeydir bu: Olan biteni sanki o canavarlardan biz kaçıyormuşuz gibi, sanki o umutsuz duruma bir anda biz düşmüşüz gibi ciddiye almak. Kitabın kapağını her açışımızda başka bir dünyaya, o dünyanın gerçekliğine inanarak geçiş yapmak. Ama olmuyordu, bir türlü bu dünyaya kendimi sokamıyordum, karakterlere bağlanamıyordum, anlatacak bir dertleri yoktu gözümde, derinlikleri yoktu konuşuyor konuşuyor bir türlü derinleşemiyorlardı, dahası bu neyin yolculuğuydu sonunda neye varacaklardı bunun gerekliliğine ve ciddiyetine bir türlü ikna olmuyordum. Kötülüğün doğası, niyeti, motivasyonu, yolları, hiçbir şeyi belli değildi. Her bir adımda sayfalarca açıklama yazıyordu ki yarattığın dünyayı habire ansiklopedi maddesi sunar gibi açıklayıp duracaksan neden hikaye oluşturuyormuş süsü veriyordun. En kötüsü de her bir dönemeçte, her bir karakterle, her bir olayla aklım daha önce okuduğum başka hikayelere, o hikayelerdeki olaylara, kahramanlara kayıyordu. Aha bu vallahi de şeydeki gibi, oluyordum ikide bir. Haydaa bunların da mı başına böyle bir şey geldi şimdi ya da bu karakter tam da şuradan falan gibi beynim dönüp duruyordu son hızla. Sanki daha önce okuduğum ve dahi izlediğim - bazı - hikayelerin orası burası alınmış, kırpılmış, serpiştirilmiş de önümde ısıtılıp bambaşka bir yemekmişçesine sürülüyor gibi hissediyordum.
Her bilinçli okuyucu gibi durup sorunu kendimde aradım tabi. Herhalde ben anlamıyorum dedim, ben anlayamıyorum. Bayadır fantastik okumuyorum, herhalde pratiğimi kaybettim dedim. Koredir dizidir iyice daldım gittim, birden bu dünyalara dönemedim tabi dedim. Okumaya zorladım kendimi. Azimle sayfa sayfa, bölüm bölüm ilerlemeye çalıştım. Ama gitmiyordu o his, kaybolmuyordu. Bu sefer kişiliğimi sorgulamaya başladım. Kitaplığıma, okuduğum kitaplara baktım, geçmişimi düşündüm okuyucu olarak. Ben belki de çok az fantastik kitap okudum sonucuna vardım, oysa kendimi bildim bileli en sevdiğim tür olarak fantastiği görürdüm. Meğerse değil miymiş dedim. Demek ki ben fantastik okuyucusu değilmişim dedim. Belki de kendimle ilgili bildiğim şeyler yanlıştır dedim. Ben fantastik kitapları sevmiyorumdur ve bu gerçeği şimdi fark ettim, dedim. Bendeydi sorun yani, kitapta değil. Öyle düşündüm, kendimi buna ikna ettim. Çünkü öbür türlü milyonlarca insanın sevdiği, okuduğu, efsaneleşmiş, klasikleşmiş, bu kadar devasa bir seriyi, yazarı, kitaplarını, yazdıklarını kötü buluyor olacaktım. Saçmalama dedim kendime. Tamam belli bir yaşa gelmiş olabilirsin, hatta o kadar kitap okumuş, yer görmüş, okul görmüş, yaşam tecrübesi edinmiş, insanla tanışmış falan filan da olabilirsin, ama bu seni edebiyat konusunda, hele ki fantastik edebiyat konusunda bir otorite yapmaz. Ömründe ne kadar fantastik kitap okudun ki edecek lafın var? Ne biliyorsun ki dedim kendime ya, ne biliyorsun ki?
Hiçbir şey.

3 yorum:

  1. İlla seveceksin diye bişi yok ki :) Hem fantastik sevmiyorsun anlamına da gelmez bence. Tolkien okudun, Rowling okudun, Martin okudun. Le Guin okumuş muydun onu hatırlayamadım (?) Robert Jordan'ın anlatış tarzı oldukça kendine has. Gerçi sonraki kitaplarda Mat karakteri bakış açısından anlatılan kısımlar var ki orada dil tamamen başkalaşıyor. Hatta anlatan her karaktere göre yaklaşım ve tempo değişiyor. Ben şimdi 4. kitabı okuyorum. 1 günü kitabı elime almadan geçirirsem ne oldu diye rüyama falan giriyor, ben hikayeye sorunsuz kapıldım yani. Birde ilginç şekilde diğer fantastik kitaplarla hiçbir gerçek paralellik kuramadım. Hava, su, ateş, toprak, ruh kısmı tanıdık olsa da direk paralel gelmedi bana. Fantastik olarak da Neil Gaiman - Yokyer senin çok daha hoşuna gidebilir bence :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Neil Gaiman'ın Ara Dünya'sını okumuştum, çok fazla ısınamamıştım ama diğer kitaplarını denemeye kararlıyım. Ya Zaman Çarkı'nı da evet illa ki sevmek zorunda değilim ama sanki sevmeliydim, sevmeliymişim gibi hissettiğimden kötü oldum. Yani kitap, seri süperken ben kötüymüşüm de sorun bendeymiş de beğenmemezlik etmişim gibi oldu. Sonraki kitaplarda daha değişik, daha zevkli, ne bileyim bambaşka yerlere açılabileceğini düşündüm hikayenin, evet, ama bu ilk kitapta bu hissettiklerim..Yani dilim varmıyor demeye ama hakikaten edebi anlamda kötü yazılmış, edebi de değil de nasıl denir, hikaye anlatımı açısından ben çok acayip bir seviye beklemişim, Robert Jordan'dan da eksilerde bir şey görünce böyle oldum herhalde. Sanırım hepsi çok sevmek üzere hazırlanıp okumaya başladığımdan oldu. :(

      Sil
  2. Harika bir seri merak eden herkese tavsiye ederim ilk kitapla ilgili detay bilgisi için http://zamancarki.net/dunyanin-gozu/ bakabilirsiniz

    YanıtlaSil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...