14 Ağustos 2017 Pazartesi

Ağustosta Ankara Gezisi

Dedim ben ne yapıyorum? Evde bilgisayar başında kafayı yiyeceğim. Sıcakmış, hava 40 dereceymiş, insanlar çok tehlikeliymiş bunları kendime bahane olarak sunup, oturuyorum. Dedim çık dışarı. E ne yapacağım? Dünyayı dolaşamıyorsan en azından şu tıkılı kaldığın kenti iyice keşfet. Ancak ondan sonra oturduğun noktaya geri dönüp, Gönül rahatlığıyla Ankara'ya çemkirmeye devam edebilirsin. Dedim.
O yüzden şöyle en çabuğundan bir harita hazırladım aşağıda gördüğünüz gibi. Çekmecelerin en dibinden de emektar Fuji'mi çıkardım, bakımını ettim, yeni piller aldım, hafıza kartını buldum, bir güzel yerleştirdim çantama. İçine konan sıvının ısısını hiç sektirmeden dışarının ısısına ayarlayıveren saçma sapan matarama da suyumu, ne olur ne olmaz diye de kahvaltıda fazladan aldığım cevizli poğaça ve tahinli çörek paketini attıktan sonra sırtıma, koyuldum yola.

Öğleden sonra iki gibi Gençlik Parkı'nın devlet tiyatrolarına bakan tarafındaki durakta olduğum için planım kabaca Atatürk Bulvarı üzerinden önce PTT Pul Müzesi, Ziraat Bankası Müzesi, Ulus Atatürk Heykeli'ni görüp, Anafartalar'a sarıp Julianus Sütunu-Hacı Bayram-Augustus Tapınağı yaptıktan sonra vakit olursa Çankırı Caddesi'nde ilerleyip Roma Hamamı'nı görmek ve belki aşağı otobüs durağıma giderken yolumun üzerinde yer alacak I. ve II.TBMM binalarını ziyaret etmekti. Evet farkındayım çok ütopik bir plan olmuş o saat için ama o an şevkliydim, gayet gazımı almış yaparım ben yaparım diye yürümeye başlamıştım.
Ama tabi bir hışımla attığım için kendimi dışarı hesap etmediğim bazı şeyler vardı. PTT Pul Müzesi cumartesi pazar kapalı. Ama mühim değildi, Atatürk Bulvarı'na doğru çıkmaya başladıkça önümde beliren binaların güzelliğine (artık Ulus manzarasında ne kadar güzel olabilirse) baka baka gidiyorum, güzelim. Solumda Ziraat Bankası'nın binası yükseliyor, yine pek hoş. Ama müze falan hiç bir işaret göremediğim için çok da uğraşmadım, yürümek hoşuma gitmişti. Heykele gelene kadar sıcak falan neyse dedim, devam ettim. Heykel bildiğimiz gibi. Etrafı iğrenç, geniş açıdan almak için tüm o elektrik tellerini, arkasındaki binaları, etrafındaki sersefil insanlarımızı falan Evanesco yapmanız gerekiyor, asamı evde unutmuşum. Bir de insanlardan habire bir işkilleniyorum, sanki herkes her an üstüme atlayacakmış gibi bir tedirginlikle yürüyorum ama hayırlısı.
Heykele gelince bir karar vermem gerekti. Planım belliydi evet ama beynimi kızartan güneşin altında o planı çok da gözüm görmemeye başlamıştı. Ben de hemen eh TBMM binaları hemen önümde uzanıyor, öyleyse önce bir onları göreyim, hem de buharlaşmadan başımı bir yere sokmuş olurum diye düşündüm. I.TBMM-->Kurtuluş Savaşı Müzesi olmuş durumda, II.si de Cumhuriyet. O yüzden kronoloji hastası olarak sırayla gireyim dedim. Ama yanımda dünyanın en salak insanını taşıdığımı unutmuşum: Ben. Heykelin orada karşıya geçtiğinizde ışıklardan, hemen orada I.meclis. Ama girişi yandan. O yüzden ben fark etmeden aşağı ilerledim ve kendimi II.nin önünde buldum. Allah allah aşağıda mı kaldı acaba nedir diye bir kendi etrafımda döndüm. Sonra neyse çok sıcak deyip, II.ye girdim.
II.meclis binası 1924-1960 arasındaki döneme dair eserleri barındırıyor. Bina dışarıdan çok hoş. İçerisi de iki katlı. Şimdi müzeler müdürlüğünün web sayfasından aynen alıntılayarak müze planını anlatıyorum: "Müzede ilk üç Cumhurbaşkanı dönemini yansıtan olaylar, kendi sözleri, fotoğrafları, bazı özel eşyaları ile o dönemde mecliste alınan kararlar ve kanunlar sergilenmektedir. Müzenin Bölümleri Girişin Sağ Tarafındaki Birinci Oda II. TBMM döneminde "Muhasebe Odası" olarak kullanılan oda bugünkü teşhirde "Atatürk İlkeleri Odası"dır. Burada yer alan ışıklı panolarda Atatürk'ün kendi sözleri ve fotoğrafları ile Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılâpçılık ilkeleri anlatılmaktadır. Girişin Sağ Tarafındaki İkinci Oda II. TBMM döneminde "Mescit" olarak kullanılan oda, bugünkü teşhirde "Atatürk İnkılâpları Odası"dır. Buradaki ışıklı panolarda ve vitrinlerde, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, hukuk alanında düzenlemeler, giyim ve görünüm değişikliği, uluslararası takvim, saat, tartı ve ölçüler, yeni Türk Harfleri, Soyadı Kanunu, Büyük Nutuk, 10. Yıl Nutku, Türk Hava Kurumu, demiryolları, ekonomi ve sanayi ile ilgili Atatürk Devrimleri ve olayları, kanun teklifleri, kanunlar, gazete küpürleri, Atatürk'ün sözleri, fotoğraflar ve konu ile ilgili objeler sergilenmektedir.
şu odanın sadeliğine güzelliğine bakar mısınız, işte böyle bir odada çalışırdım, ne o öyle 3 yıl boyunca eksi birinci katta serverlarla, tövbe allahım.

mebusların takıldığı odaydı galiba, o tür bir oda. altın rengi hiç benlik değil.

kimse de gel sana daktilo hediye edelim onunla yaz demiyor be Atam.

hayır bir türlü anlamadığım, neden kadın vekiller diye ayrıca gösterme gereği hissediyoruz, neden en başında yaradılışımızın böyle bir savunma gereği hissetti-rildi-k? erkek vekiller seçilince vuhaa erkek vekil sayısı arttı diyor muyuz, neden kadın sayısı arttı diye seviniyoruz, neden böyle bir gereklilik hissediyoruz, neden hayat bir erkeğe olduğu gibi bir kadına da "olağan" değil ha neden?

T.C.de üretilen ilk camımız, bir de sonuncusunu koysalardı keşke, nereden nereye bakın artık cam falan üretmiyoruz yok bir şey üretmek neden üretelim alıyoruz biz her şeyi başkasından alıyoruz muassır medeniyet bu çünkü, evet çok şükür.
 Girişin Sağ Tarafındaki Üçüncü Oda II. TBMM döneminde "Zabıt Kalemi" olarak kullanılan bu oda, bugünkü teşhirde "Atatürk Odası" dır. Buradaki panolarda ve vitrinlerde; Atatürk'ün imza ve el yazısı örnekleri tekke ve zaviyelerin kapatılışı, Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarının kuruluşu, dış siyaset, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, tarım, arkeoloji ve güzel sanatlar, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verilmesi ve Atatürk'ün ölümü ile ilgili olaylar, kendi sözleri, fotoğraflar ile anlatılmakta ve Atatürk'ün bazı özel eşyaları sergilenmektedir.
Celal Bayar'ın hatıralarını yazdığı kitapları. Ama çok güldüm "Ben de Yazdım" nedir yahu alın başınıza çalın der gibi :D
 Girişin Sol Tarafındaki Birinci Oda II. TBMM döneminde "Kavanin Kalemi" (Kanunlar Kalemi) olarak kullanılan bu odada, III. Cumhurbaşkanımız Mahmut Celal Bayar'ın hayatı, 1950-1960 dönemi olayları; kendi sözleri, fotoğraflarıyla anlatılmaktadır. Celal Bayar'ın ailesi tarafından müzeye bağışlanan bazı özel eşyaları da sergilenmektedir. Girişin Sol Tarafındaki İkinci Oda II. TBMM döneminde "İdare Heyeti" olarak kullanılan bu odada, bugünkü teşhirde Cumhuriyet'in ilanından günümüze kadar tedavüle çıkan kağıt ve madeni paralar, pullar, hatıra paralar ve madalyalar sergilenmektedir. Girişin Sol Tarafındaki Üçüncü Oda II. TBMM döneminde "Evrak Kalemi" olarak kullanılan bu oda, bugünkü teşhirde II. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü'nün hayatı, 1938-1950 dönemi olayları, kendi sözleri ve fotoğraflarıyla anlatılmaktadır. İsmet İnönü'nün ailesi tarafından müzeye bağışlanan bazı özel eşyaları da sergilenmektedir.
Genel Kurul Salonu: küçükken gittiğimde bile balmumu heykeller vardı, şu an bomboş
 Meclis Toplantı Salonu II. TBMM döneminde "Genel Kurul Salonu" olarak kullanılan bu salon, Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren gerçekleştirilen büyük atılımların karar merkezi olarak birçok konuşmalara sahne olmuş, tarihi değeri yüksek bir mekândır. Bu salonun ana giriş kapılarının ortasında "Riyaset Divanı" (Başkanlık Kürsüsü), sağ ve sol üst köşelerde Sefirler Locası, sol tarafta Cumhurbaşkanlığı Şeref Locası, salonun arka tarafında Dinleyiciler ve Basın Locası yer almaktadır." Evet üşengeçlik yaptım, yazmadım ama sizin için fotoğraflarını çektim.
Bu arada müzenin kapısından girdiğiniz anda görevliler karşılıyor. Girişteki görevli hangi taraftan gezmeye başlayacağınızı belirterek yol gösteriyor. Aralarda karşılaştıklarınız da aynen. Üst kata çıkınca da yine görevli kişi yönlendiriyor. Bu çok güzel düşünülmüş bir detaydı bence. Ya her bir adıma yön tabelası, açıklama falan koyup, işaret edilmeli zaten ya da bu şekilde görevliler aracığıyla yönlendirme yapılmalı. Müzeyi böylece daha yararlı bir halde gezebiliyorsunuz. Ama yine her zamanki gibi nasıl öküzlerle dolu bir ülkede yaşadığımı da gösterdi bu durum bana. Görevlilere ters ters bakanlar, görevlilerin yönlendirme amaçlı talimatlarına dönüp de laf edenler,...Neden böylesiniz ya? Neden bu kadar öküz, neden bu kadar okuyup da yine de bu kadar kültürsüz, zır cahilsiniz ya? İnsanlar sanki o görevliler onlara bir şey çalıyormuş, bir zarar veriyormuş da laf ediyorlarmış gibi algılıyorlar. Çünkü neden, çünkü burası hala kocaman bir hayvan krallığı. Gene tepem attı, neyse.
II.TBMM binası yani Cumhuriyet Müzesi şöyle bir etraflıca düşününce küçük geliyor insana. Yani şimdikilere nazaran, bunca insan bu binada bunca yıl nasıl çalışmış, neler başarmış, ne ilkler başarmış diye düşünüyorsunuz. İçerisi oldukça güzel tasarlanmış, süslemeler sade, yerinde, bir de herşey ahşap ya öldüm bittim ben. Ama yine de ufak bir hüzün kaplamıyor değil insanı. Ki bu hüzün, I.TBMM binasına girince yerle bir oluveriyor, çünkü orası artık tamamen hüzne boğuyor insanı.
bu ne ki, siz bir de sincan'daki "vakit daralıyor" saatimizi görün :D haa yok yok asıl meclisin oradaki akay kavşağının oradaki göz kanatan altın saati, yoo yoo daha da asıl konya yoluna doğru dikmen'e dönmeden beliren o kırmızı devasa saati görün. işte bunlar hep fışkiyesizlikten.
Ama tabi ben II.TBMM'den çıkınca verdim kafayı aşağıya, yürüdüm. Cumhuriyet Caddesi'ni bitireceğim, kavşağa geldim ama hala umutla I.TBMM binasını arıyorum. Te allahım, beni neden yarattın bu akılla? O noktada kavşaktaki saati de ibret-i alem için fotoğrafladıktan sonra bir kafama dank etti, lan stada gireceğim birazdan diye. Karşıya geçip, gerisingeri Cumhuriyet Caddesi'ni çıkmaya başladım. Ankara Palas'ın önünden geçiyordum, gene saydırarak geçtim önünden. Ulan burası ne? 21 yıldır merak ediyorum. Yani tarihçesini okuyorum, o konuda sıkıntı yok, okumak bizim işimiz ama şu an ne? Müze mi otel mi devlet dairesi mi, ne? Girebiliyor muyuz, bakınabiliyor muyuz? Gene önünde hiçbir şey yazmıyor, gene hiçbir açıklama yok. Web sitesinde "devlet konukevi" diyor, o zaman devleti ziyarete gelenler mi girebiliyor? Ama rezervasyon menüsü var, düğünlerimizi falan yapabiliyormuşuz, öyle yazıyor. Ama benim istediğim sadece bakınıp çıkmak, olmuyor mu? (http://ankarapalas.com.tr)
Ankara Palas da beni görecek mi?
Azimle indiğim bulvarı geri çıktım. Aynı trafik ışıklarına gelip yine karşıya geçtim ve bu sefer gözlerimi açıp baktım. Aaa o da ne, burdaymış işte bina. I.TBMM binası, yani Kurtuluş Savaşı Müzesi. Yani, insanın içini acıtan, boğazına düğümlenen bir hatıralar binası.
 
I.TBMM müze girişi
Bu bina dışarıdan da içeriden de daha sade tabiki. Ama bir o kadar da güzel. Girişi yandan ufak bir kapıyla. Girdiğinizde hemen önünüzde bir ufak kürsü önünde bir amca oturuyor. Herhalde görevli diyorsunuz, çünkü amca bilet falan sormuyor ya da sizinle hiç ilgilenmiyor. Burada diğer müzedeki gibi görevliler de yok. O yüzden gelişine gezmeniz gerek. Ha ama buradaki ufak ama güzel ayrıntı şu: Girişin hemen yanında binaya ve müzeye dair broşürler mevcut. Hemen bir tane alıp elinize, en azından ondan tüyo alarak gezebilirsiniz.
Genel Kurul Salonu

Genel Kurul Salonu
Burası haliyle çok daha sade döşenmiş odalardan ve içeri girdiğinizde tüylerinizi diken diken eden bir genel kurul salonundan oluşuyor. Tüyleriniz diken diken oluyor çünkü meclisin salonu diye adım attığınız yer ufacık bir derslik aslında. Tahtadan yine ufacık sıralar. Bir en solda bir de en sağda birer ufak soba. Sobaları görünce Ankara'nın o ayazını hatırlayıveriyor insan. Her şey burada mı olmuş diyor bir ses kafanızın içinde. Ama bu, nasıl bir azim?
Bu binanın içindeki odalarda yine az ama öz bir şekilde karşılaştığınız eserler ise detaylarla şaşırtıyor. Diğer odalarda o dönemin mebuslarına ait eşyalar var. Kimlikler var mesela. Aynı insanın 3 ayrı kimliğinin yan yana koymuşlar. İlkinde sarıklı cübbeli, sakaldan suratı görünmüyor. İkincisinde sarık gitmiş, daha yalın bir ifade oluşmuş. Üçüncüsünde ise artık tamamen düzgün bir insan gibi görünüyor. Böylesi birkaç tane kimlik var sergilenen. Onlara baktıkça ne aşamalardan, ne zorluklardan geçmişler, neler başarmaya uğraşmışlar diye boğazınız düğümleniyor. Lozan anlaşmasının imzalandığı masa var mesela, orada öylece duruyor, dili olsa da konuşsa anlatsa şunlara diyor insan.
evrak dolabı ilk meclisin, ama çok güzel değil mi
Kurtuluş Savaşı Müzesi tek katlı, çok fazla oda yok ama var olan eserleri tek tek incelemek gerekiyor. Bir de içeride havalandırma, klima, açık pencere falan yok. Boğulmadan, bayılmadan gezmeniz lazım. Cumhuriyet Müzesi biraz daha havadar yine. Ayrıca iki müzenin de girişinde, bina girişlerinde değil gişe girişlerinde girişleri kontrol eden bir görevli ya da bir sistem yok. Elinizi kolunuzu sallayarak girebilirsiniz. Ben ısrar müzekartımı gösterecek görevli arayarak girdim hep. Oysa yurtdışında gezdiklerimde hep bileti okuttuğumuz bir düzenek vardı, dolayısıyla girişler kontrol altındaydı. Aynı şeyi Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde de hatırlıyorum sanki, gerçi uzun zaman oldu oraya gitmeyeli ama. Dediğim gibi, kontrol sıfır, en azından girişte. Aynı şey ile Roma Hamamı'nda da karşılaştım ama ona gelene kadar anlatmak istediğim bir şeyler daha var.
I.meclis binasından çıktıktan sonra vaktimi gayet güzel kullanmış olduğumu fark edip dedim yukarıya, Julianus Sütunu'na ve Augustus Tapınağı-Hacı Bayram'a çıkayım. Çankırı Caddesi'nde karşıya geçip, Çam Sokak'a girdim. Bu noktada Sosyal Bilimler Üniversitesi binası haline gelmiş devasa bina yükseliyor. Daha önce neydi hatırlamıyorum ama bir saçma geliyor burada üniversite olması. Harbi mi diye diye geçtim önünden (çünkü burası Ulus!). Çam Sokak'ta ilerleyip Telgraf Sokak'a dönüyorsunuz kıvrılarak. Orada polis bariyerleri karşıladı beni. İki tane de polis oturuyordu. Tabi ben bir sevindim onları görünce, çünkü buralar tenhalaşıyor yürüdükçe ve inanılmaz tırsıyorum. Oysa tam da üniversitenin rektörlüğü gibi bir binanın önüne çıkmışım, normal zamanda burası öğrenci kaynayacak demek ki güvenli bir yer olmalı diye tekrar ediyorum içimden kendimi rahatlatmaya çabalayarak. Önce biraz fazla yürümüşüm sütunu kaçırdım. Sonra geri döndüm, baktım sütun hemen orada, ağaçların ardında. O aşamada solundaki yer dikkatimi çekti. Ankara Valilik Binası Önünde Yapılan Roma Caddesi Kazısı yazan bir tabela. Ben tabelanın resmini çekip, okurken o in cin top oynuyor atmosferine biri dahil oldu. Bir amca geldi usulca. Dedim neyse herhalde görevlidir, öyle de umutluyum kendimi yine Avrupa'da sanıyorum. Kendi kendine bir şeyler söyleniyor, duyuyorum. Polisler orada, bir şey olmaz diyorum kendi kendime ben yine. Ama belki göremiyorlar mıdır beni de diye tırsıyorum. Yerde camekanın altında Roma caddesi kalıntıları var ama üstündeki cam ağaçtan düşenlerle tamamen örtülmüş, hemen yanı başında süpürmek için bir şey var, elime alsam da süpürsem mi diye düşünüyorum ama amca iyice yaklaştı. Ben camın ardını görmeye çabalarken yanı başıma oturdu. Bana bakıyor. Amca nedir derdin ne diyecektim ama bu sefer üstüme atılırsa hazırlıklı olamam diye sesimi çıkarmadım. Hemen biber spreyim neredeydi, çakım şu gözdeydi diye ellerim hazırlık yapmaya başladı. Bir yandan da boyunu kilosunu gücünü kuvvetini hesap edip, darbeyi en iyi neresine uygularsam kolayca kaçarım beynim onun hesabını yapıyor. 
Julianus Sütunu
Bozuntuya vermeden ilerledim, sütuna doğru yürüdüm, fotoğrafını çektim hızlıca sütunun. Yürümeye devam ettim yukarı doğru, hemen orada 20 adım falan ilerimde büfe gördüm. Oraya ulaşırsam güvendeyim diye hızlıca yürüdüm. Amca da arkamdan. E görevlisi olsa buranın neden peşimden geliyor? Büfeye ulaş büfeye ulaş diye yürüyorum. Büfenin önünde bir teyze, büfeci teyze bir şeyleri siliyor. Onu görünce paniğim azıcık hafifledi ama geçmedi. Gazetelere bakıyor gibi yapıp, amca ne yapacak diye bekledim. Yanımdan geçip, ilerledi, önce biraz durakladı oyalandı, sonra sağ tarafa doğru Hükümet Caddesi'nde ilerlemeye devam etti. O gözden kaybolana kadar bekledim. Öldüm öldüm dirildim. Bir yandan kendimi toparlamaya çalışıyorum bir yandan tüm bu ülkeye bu insanlara bu dünyaya küfrü basıyordum. Hacı Bayram'a çıkacaktım ama tenha olmayan neresi var diye panik içindeydim. Büfeci teyzeye neresi şurası mı nereden çıkabilirim diye sordum sonunda ama sesim ne biçim titriyordu, kendim nasıl terliyordum alla bilir. Kadın bir tırstı önce bunun sesi niye bu kadar titriyor diye. Ama ben mi hayal ettim ya? Adamı ben mi hayal ettim? Günahını mı aldım? Hiç zannetmiyorum.
Hacı Bayram mescidi
O noktada Hacı Bayram'a çıkmak üzere ilerledim hac malzemesi, dini malzeme satan dükkanların önünden ama tüm hevesim, her şeyim kaçmıştı. Her bir adımımı korkarak attım çünkü Hacı Bayram'ın avlusuna çıkana kadar yine ortalık tenha. Avluya çıktığınızda birden Sultanahmet'e çıkmış gibi oluyor. Tamam abarttım o kadar da değil de işte gene ayakkabılarını çıkaranlar, giyenler, türbenin camına yapışanlar, fonda ney sesinden oluşan müzik...Çok güneş olmasa güzel bile soluklanmak için. Ama ben içeri girmeyeceğim, asıl hedefim tapınak.
Augustus Tapınağı

Augustus Tapınağı
Mescidin arkasına doğru dolanmaya başlar başlamaz tapınağın kalıntıları görüş alanınıza giriyor zaten. Mescid nerede bitiyor tapınak nerede başlıyor belli değil öyle bir manzara. Açıklama ve bilgilendirme tabelaları güzel detaylar. Orada tapınağın duvarına bakarken bir anlığına da olsa kendimi yeniden Roma'da hissettim. Via dei Fori Imperiali'de duruyormuşum yine, ağaçlar sallanırken aşağıdaki forumun kalıntılarına bakıyormuşum gibi. Kafamı kaldırıp uzaklara doğru baktığımda Altare della Patria'nın tepelerindeki nike'leri görebilecekmişim gibi. Ama burada kafamı kaldırdığımda büyü bozuluyor, tepeler gecekondularla kaplı. Arkamı döndüğümdeyse uzaktaki tepede Ankara Kalesi'ni görüyorum, acınacak halde duruyor tüm o gecekonduların arasında.
orada uzaklarda bir sefil Ankara Kalesi
Tapınağa bakan bu tarafta çevre düzenlemesi yapılıyordu sanırım. Halen işçiler çalışıyordu. Sular, fışkiyeler olan bir ufak park var şu an. Herkes sularla fotoğraf çekiniyor, herhalde Ankara'da su görmek insana böyle şeyler yaptırıyor. Oradaki parkta kaleye doğru oturup, yanımdakilerden atıştırayım dedim. Bu sefer de yanıma başka bir amca usuldan gelip çöktü. Bir an önce kalkıp, Hacı Bayram çarşısı dükkanlarının arasına attım. Hayır bikiniyle falan gezmiyorum, alnımda bu saf salaktır da yazmıyor, e dertleri ne bu insanların?
Neyse o çarşı fena olmamış, bir dolu hac malzemesi var. Devam edip, Anafartalar'a indim ben. Sinirlerim gayet bozuktu ama vazgeçmedim, Roma Hamamı'na da gideceğim. Saat 4'e geliyor, başarabilirim. Anafartalar'dan Çankırı Caddesi'ne ulaştım, başladım yürümeye. Ve işte günüm daha da korku tüneline bağladı bu safhada. Çünkü Çankırı Caddesi'nde ilerledikçe ayak üstü pazarlık yapan kadınlar, saçları keçeleşmiş ama hala kıvırtan kadınlara gözümün önünde yanaşan adamlar, ne idüğü belirsiz mekanlar ve onların önünde bekleşen it kopuk adamlarla karşılaşmaya başlayınca dedim esra sıçtın. Roma'da sabahın beşinde eve döndün ama bir şey olmadı. NY'da o ilk gece o takside (?!) bir şey olmadı ama burada, güpegündüz, bu ülkenin başkentinde, bir elinde fotoğraf makinen, sırtında poğaçanla yolun sonuna geldin.
Geri dönsem mi şimdi arkamı dönüp koşarak heykelin oraya kaçsam mı diye yutkunuyorum bir taraftan ama tırsa tırsa da ilerliyorum. Ulan ne hamammış, hay romasına da hamamına da diye söylene söylene ilerledim. Ama ortam kafamı allak bullak etti. Hem dediğim manzara, hem öğrenci yurdu ziraat bankası falan görüyorum. Hatta bir de meslek lisesi geçtim ama sonuçta o meslek lisesi, oranın öğrencileri burada hayatta kalabilecek donanımda olur diyorum. Vergi dairesi de var, allah allah burada çalışan insanlar da her gün gelip gidiyor buraya, diyorum. Neyse sonunda hamamın girişi göründü, karşıya geçtim ve kendimi kapıdan içeri attım.
Hamamın açık hava müzesi bölümü
Pat diye güvenlik görevlisi abiyle karşılaşmayayım mı? Ben yine paniğim tabi, elim ayağım birbirinde. Müzekartımı gözüne sokuyorum ısrarla ama o diyor ki arkadaş bir yere gitti gelecek, siz geçin, çıkışta ona gösterirsiniz kartı. Vay anasını arkadaş şu karta verdiğim 20 tl'ye üzüldüm tüm gün. Buna da şükür deyip içeri yürüdüm ve çoook küçükken ne hevesle geldiğim ama hayal kırıklığına uğradığım yere bir kere de yaşlanmış gözlerimle bakmak üzere ilerledim.
Hamamdan bize kalan
Burası Caracalla dönemine ait bir Roma hamam yapısını barındırıyor. Caracalla favorilerimdendir, Caligula, Commodus, Septimius Severus ve Hadrianus ile birlikte. Girişten girdiğinizde sol tarafta hamam yapısına ait kalıntılar, sağ tarafta ise daha çok mezar stelleri, heykelcikler, sütun kaideleri, sütun parçalarından oluşan açık hava müzesi yer alıyor. Bazı eserlerin yanında plakaları var, Roma dönemi Bizans dönemi falan yazmışlar. Ama çoğunlukla kim ne nerede neymiş hiçbir fikriniz olmadan yürüyorsunuz. Yön tabelası, açıklama, yönlendirme falan yok. Eserlere dair hiçbir şey yok. Hamamın kalıntılarının etrafına ise platformlar yapılmaya başlanmış, bu iyi bir gelişme ama yine hiçbir açıklama hiçbir şey yok. Bir girişte fotoğrafladığım iki tabelada yazanlar var, o kadar.Yani normal bir insan için burası hiçbir şey ifade etmez şu haliyle. Küçükken annemlerle geldiğimde neden o kadar hayalkırıklığına uğradığımı şimdi hatırlıyorum. Çünkü hiçbir şey anlamamıştım. Şu yaşımda, iki ayrı yüksek lisans eğitiminin ve 5 aylık Roma tecrübesinin ardından ancak biraz daha bilinçli gözlerle bakabiliyorum kalıntılara. Bir yandan da aklıma Roma'daki Diocletian Hamamı geliyor. Bir oraya girdiğimde karşılaştığım manzarayı düşünüyorum bir burada önümde duran neredeyse hiçbir şey kalmamış kalıntılara. Kimin suçu bilmiyorum.
hamamdan bir taşı. diyor ki: "Niketes, I.Pathica ordusunun emektarı ve Kale onun annesi, onların kendi tatlı çocuğu, bilgi ve eğitimin tüm zarafetiyle süslenmiş, 13 yıl yaşayan Castrensis, anısına. Tatlı çocuk, mutlu ol, kimse ölümsüz değildir."
Hamam kalıntıları 5'e kadar açık. Çıkarken yine kimseyle karşılaşmadan çıktım buradan. Ama tabi bu defa yine o caddeyi yürümeye hiç niyetim yoktu. Hemen önünde otobüs durağı vardı, atladım ama Kızılay yönünde asfalt çalışması varmış, heykelden Kızılay'a doğru yol kapalıydı. Otobüs Gençlik Parkı'nın köşesinde salladı bizi, ben de metroya girdim. Eve sağ salim ulaştığımda ise resmen halılarımı öpecektim. Oysa daha görmek istedim 7 tane kadar müze var o tarafta. Ama yanıma en az iki tane koruma almadan ya da makineli tüfek falan kolumun altına sıkıştırmadan nasıl gideceğim bilmiyorum.

4 yorum:

  1. Valla çok iyi yapmışsınız, aynı şekilde bende kafayı yemek üzereyim. Yaşadığım şehri gezmediğim için çok üzülüyorum. Bende Ankaralıyım ama hava çok sıcak eylül ekimde ankara tam istediğim gibi olur :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla sıcak evet ama ben soğumasını da istemem :p Gerçi doğru eylülde biraz daha güzel olur gezmek için ama tavsiyem hiç bekletmemek, ne zaman canın isterse çıkmak. Çünkü burası Ankara, bir gün 40 dereceyken ertesi gün birden bire kış gelip -30 olabilir :D

      Sil
  2. Çok güzel bir Ankara gezi rehberi hazırlamışsınız. Bizim dışarı çıkmaya cesaret edemediğimiz hava şartlarında üstelik. Artık haftaya mogan gölünü filan tanıtırsınız.

    Bu arada meclisteki kadın vekiller konusuna kadına seçme ve seçilme hakkını verdiğimiz tarihlere vurgu yapılıyor sanırım. Hani bazı yasalar vardır çıkar ama uygulanmaz, göstermeliktir. bu onlar gibi değil denmek istenmiş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet neden böyle bir pano yaptıklarını, oraya konduğunu falan biliyorum, beynimin bir kısmı da anlıyor. Ama diğer kısmı böyle şeyler görünce elinde olmadan bağırmaya başlıyor. Çünkü diyorum en en en başında kim karar vermiş ki kimin oy verebileceğine kimin veremeyeceğine, kimin yönetebileceğine yönetemeyeceğine. Yani kim görmüş kendinde bu hakkı da kadınlar olamaz diyebilmiş bunu almıyor aklım mantığım. Sen kimsin ya diye yakasına yapışmamış mı kimse? Neden böyle bir durum var yani bu dünya üstünde? Sonra da kadınlara şu hakkını verdik bunu verdik artık falan seviniyoruz mesela. Kim kime ne hakkını veriyor ya? Kime düşmüş bu hak? Kimin haddine? O yüzden tüm çemkirmem.
      Teşekkür ederim bir de, yazdıklarımı gezi rehberi gibi gördüğünüz için çünkü çok saçmaladım diye düşünmüştüm :p Mogan gölü türü yerler sanırım insanın kendi arabasıyla falan gidince daha çok keyfi olacak yerler olduğundan ben şimdilik bu halimde ancak böyle müze türü yerlere gidebileceğim sanırım.
      O yüzden bir sonraki yazım Etnografya Müzesi ve Resim-Heykel Müzesi ;)

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...