26 Mayıs 2017 Cuma

Jane Austen'dan sonrası, 3 bölümlük Death Comes to Pemberley

Fitzwilliam Darcy ile Elizabeth Bennet kendi mutlu sonlarına ulaştıktan 6 yıl sonrasında Pemberley artık gelenekselleşen baloların, mutlulukla işlerine koşturan çalışanların ve adeta birbiri için yaratılmış gibi saadet dolu bir tablo çizen Darcy ailesinin huzur dolu yuvası olmuş çıkmış durumdadır. Yine bir balo arefesinde minik Darcy ortalıkta mutlulukla koşuştururken çiftimizin birkaç yakın dostu erkenden gelir. Albay Fitzwilliam (nam-ı diğer anne tarafından kuzenimiz) ve de (biz jane okurlarının) yeni tanıştığı genç hukukçu Alveston Elizabeth, Darcy ve Georgiana'ya balodan birkaç gün önce katılır. Ertesi gün gün batarken Pemberley'nin huzurlu kapıları "cinayet!cinayet!" çığlıklarıyla sarsılır. Baloya davetsiz olmalarına rağmen gelmeye çalışan Lydia ve Wickham çiftinin atlı arabası dörtnala Pemberley'nin o güzelim bahçesine dalar. Pemberley'nin üzerine artık gerilim yüklü bulutlar çökmüştür.
yeni dostumuz Henry Alveston ve her uyarlamada mutlaka güzel, Georgiana
Bu şekilde mini dizimiz bizi Pride&Prejudice'ın bıraktığı noktadan tam 6 yıl sonrasında Austen hikayelerinden çok farklı görünen bir yere sürüklüyor. Aslında her şey tam da Jane'in bize altı kitabı boyunca kurduğu dünyaya ait yine. Kahramanlarımız, evimiz, diyaloglarımız hepsi o çok iyi bildiğimiz dünyada. Ama Jane'in kaleminin atmosferinden çok farklı bir havada. Cinayete gelmeden bile dizinin havası gerilim ve dram yüklü, hissedebiliyorsunuz. Aslında hep görmek istediğimiz bir zaman dilimini veriyor bize hikaye, "ve sonsuza dek mutlu yaşadılar"dan sonra ne oldu diye hülyalı hayaller kurduğumuz noktada anlatmaya çabalıyor. Ancak işin kötü yanı şu ki gerçekçi bir bakış açısıyla yapıyor bunu. Yani en azından benim için kötü yanıydı bu. Çünkü Jane de her ne kadar kendi döneminin kuralları, davranışları ve koşulları hakkında sarsılmaz bir katiyetle gerçekçi olsa da bir şekilde olayları kendi koşullarında "doğaüstü" yapmayı başarıyor, mutlu ediyordu herkesi ve hepimizi. Oysa dizinin hikayesinin böyle bir amacı olmadığını daha en başından hissediyoruz soluduğumuz havasıyla birlikte. Sonunda ne olursa olsun, mutlu son da olacak olsa mutsuz son da, bu hikayenin gerçekçiliği Jane'inki gibi değil, görebiliyoruz. Çok aşık olarak evlenen iki farklı insanın farklılıklarının, geçmişlerinin bu hikayedeki yerini irdeliyor mesela Death Comes to Pemberley. Yıllar geçtikçe birlikte değişen insanları gösteriyor. Evlilik sadece o ilk karar verdiğiniz andaki coşkunuz değil diyor. Aile olmayı sorguluyor, güveni yeniden ve yeniden kaybedip kazanmayı anlatıyor.
anne ve baba Bennetlar gelir bir de
Ama tüm bunları yaparken bildiğimiz, sevdiğimiz, nefret ettiğimiz karakterleri de eğip büküyor. Ve hayır bunu insanların zamanla değişmesi adı altında yapmıyor. P&P'den çok farklı halde bulduğumuz karakterler oluyor, tanıyamıyoruz. Çünkü karakteri Jane'den alıp, dizinin hikayesinde yeni baştan yaratmış gibi duruyor. Dizinin hikayesinde bunu senaryoyu yazanlar mı yaptı bilemem ama uyarlamanın temeli P.D.James isimli bir yazarın aynı adlı kitabıymış. 2014'te ölen yazar sanırım bu cinayet-gizem romanlarında baya ünlü bir "barones", hatta kitaplarının arasında "The Children of Men"i de gördüm ki Alfonso Cuaron'un yönettiği filmi hala gözlerimin önünde.
Lady Catherine de Bourgh ve konu mankeni kızı bir görünmeden de tabi olmaz
Bunun yanısıra oyuncu seçimleri de bir o kadar göz kanatıcı. Darcy rolündeki Matthew Rhys o kadar yavan ve ruhsuz ki, herhalde asıl hikayeden ve karakterden zerre kadar haberi olmamış. Hatta büyük ihtimalle senaryoyu okumamış ve sete geldiği ilk gün yönetmen demiş ki sen böyle varlığı yokluğu bir, ruhsuz, mıymınık bir şeyi oynuyorsun tamam mı güzel kardeşim hadi geç kameranın önüne! Senaryoda veya kitapta böyle bir karakter yazıldığını sanmıyorum Darcy'e ama diyecek laf yok. Elizabeth'i canlandıran Anna Maxwell Martin'e ise acıyor insan. Yeminle kendini harap etmiş Elizabeth kalıbını doldurabilmek için ama elinden ancak o kadarı gelmiş. Normalinde güzelliğine ya da tipine, yaradılışına laf etmiyorum, onun da kendine göre bir güzelliği var sonuçta. Ama karaktere o ruhunu veren olmazsa olmaz bazı fiziksel noktalar var ve Martin'de maalesef o fiziksel boşlukları oyunculuğuyla dolduramıyor. Ortaya tamamen başka biri çıkıyor. Albay Fitzwilliam konusunda ise yastıkları yumruklamak istedim. Karaktere yazılan rol bir kere P&P'den çok farklı olduğundan yani kişiliğini değiştirip, tamamen başka biri olarak sunduklarından beni rahatsız etti ama bu haliyle Tom Ward'un canlandırması olmuş görünüyor. Ama mesela karşılıklı her sahnelerinde Darcy rolünde Tom Ward'un bariz daha iyi bir seçim olacağı görünüyordu. Hatta Wickham rolündeki Matthew Goode bile çok daha iyi bir Darcy olabilirdi. Ki o da Wickham olarak fena değildi. Lydia olarak Jenna Coleman'sa o kadar histerik ve abartılı oynamasına rağmen diğer gördüğümüz Lydialardan çok daha kabul edilebilir duruyor. Georgiana ise hemen hemen her uyarlamada mutlaka ışıldayan güzellikte oluyor, Eleanor Tomlinson da bu geleneği bozmamış. Kendisini böylece her renk saçla izlemiş oldum. Neredeyse izlediğim her dönem dizisinde var çünkü. Bunlar dışında çok da eski karakterlerimizi göremiyoruz. Anne ve baba Bennet ile Jane Bingley olmuş Jane'i çok kısa sürelerde izleyebiliyoruz. Yeni karakterlerimiz ve yeni alt metinlerimiz var haliyle.
Georgiana ve Albay Fitzwilliam
keşke görmeseydim dediğim Darcy ve Elizabeth
eh artık buna da şükür dedirten Lydia ve Wickham
Gördüğünüz gibi beni rahatsız eden pek çok noktası olmasına rağmen ve tam anlamıyla istediğim tadı vermemiş olmasına rağmen en azından gene bir oraya gittim geldim diyebilmek için fena değildi Death Comes to Pemberley. Hiç bıkmasak da Jane'in hikayelerinin yeniden yeniden uyarlanmalarından, arada böylesi yeni soluklar kötü olmuyor. Hele ki bu gözler şu zombili olan gibilerine maruz kaldıktan sonra, inanın bu dizi gibilerine şükürler olsun diyerek sarılıyor insan.

2 yorum:

  1. sadece 3 bölümse her şekilde izlenir ..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. aynen birer saatten 3 bölüm, tek bir akşam bile oturup izlenebiliyor.

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...