8 Kasım 2016 Salı

Bir haftasonu Roma'dan Floransa ve Pisa'ya - 1

Kafayı yiyeceğim şu yağmura bakın ya! Birileri toplanmış tepede, habire kovalarla su döküyor başımızdan aşağı. Duruyor gibi yapıp gene yağıyor. Hayır bir de ev arkadaşlarımdan biri - ki 5 yıldır Roma'da yaşıyor - demez mi ki burada kış böyle oluyor şubata kadar durmadan yağar diye! Yağmur var ama ılık da değil ki hani. Soğuk yani, bildiğiniz ıslak ve soğuk. Öleceğim galiba ben burada çürüyerek ve donarak. Neden gittiğim hiçbir yer sıcak olmuyor? Neden sıcak bir yere gidemiyorum? Üstüne üstlük bir de dün gece 12'de bir geldik odaya, yer su. Balkon kapısından girmiş herhalde, döşeme sırf göl olmuş. Sile sile kuruttuk şimdi neyseki ama dışarıda yağmur yağmaya devam ettiği sürece gene olmayacağının garantisi yok. Diğer odadaki arkadaş biz panjurları indirip yatmıştım belki o engel olmuştur dedi. Bakalım en son öyle yaparız.
Ben size Floransa'yı ve Pisa'yı anlatacaktım değil mi? Ama anlatacaklarım da sırf yağmur ve gökgürültüsünü barındırıyor o yüzden lafa buradan girdim. Aslında Floransa'yı inanılmaz merak ediyordum, gitmeyi çok istiyordum. Da Vinci's Demons'da izlediğim hikayenin gerçek mekanlarını görecek, Medici hayaletleriyle dolanacak ve kendimi oradaki - dizideki yani yoksa gerçekteki değil - Leo gibi hissedecektim. Yalnız hayata dair bilgilerimin ve meraklarımın ve dahi kafamın içindekilerin sırf izlediğim ve okuduğum hayali dünyalardan oluşuyor olması da ayrı bir durum, şu an bir gariplik sezdim. Yani misal Floransa'yı, Medici ailesini biliyorum, nereden, diziden. Normandiya çıkarmasını biliyorum, nereden, filmden. Gibi. Neyse.
Cuma sabah 07:55 otobüsüyle Floransa'ya gittik. Otobüs flixbus. Zaten öğrenci olarak avrupaya gelmişseniz ilk öğreneceğiniz şeyler flixbus ve ryanair. Tiburtina istasyonundan bindiğimiz otobüs yaklaşık olarak 11 gibi Floransa'da Santa Maria Novella istasyonunun gerisindeki Viale Filippo Strozzi'de indirdi. Otobüsler konusunda Türkiye'deki durumları beklemeyin bu arada. Tiburtina'da neyseki bir tür bizim ufak kasaba otobüs garı havası vardı mesela, firmaların yazıhaneleri, otobüslerin duracakları çizgiler falan ama Floransa'da kuytuda, iki yanı yüksek duvarlı bir cadde üzerinde kenara bırakıveriyor otobüs. Binerken de aynı yerden. Bir de zaten otobüste yer numarası falan olmadığından, bavullarınız varsa kendiniz alt bagajı açıp koyduğunuzdan ve nereyi bulursanız geçip oturduğunuzdan hiç bahsetmiyorum bile (Evet ikram yapan muavin de yok.). Giderken bindiğimiz otobüste priz vardı ama dönüştekinde yoktu mesela. Ama içerde tuvalet vardı her ikisinde de, bakın bu beni en mutlu eden nokta.
Santa Maria Novella Bazilikası
İndiğimiz noktadan direkt dümdüz yüründüğünde önce tren istasyonunun içinden geçiliyor, sonra da Piazza della Stazione'ye çıkmış buluyorsunuz kendinizi. Karşısında Santa Maria Novella Bazilikası var, biz girmedik, biletliydi. Ama önündeki Piazza di Santa Maria Novella'da oturup, kahvaltı niyetine yanımızda getirdiğimiz keki falan atıştırdık, o noktadan kilisenin dış cephesini keyifle seyredebilirsiniz (bu ara piazza yazıp duruyorum ama meydan demek biliyorsunuz ya da anladınız değil mi şimdi aklıma geldi, çevirmeden yazıyorum onları hep.). Kaldığımız yer, Hotel Ottaviani, hemen bu meydanın arkasındaydı, o yüzden önce oraya uğradık, fazlalıkları bırakıp, hemen dışarı attık kendimizi (Bizi karşılayan teyze mükemmel bir insan yalnız, kısacık kesilmiş saçları, maskülen takımı, ince gözlükleri ve o yüzündeki gülümsemeyle sarılasınız geliyor. Oda hazır değil, ikide olur, o zaman şey edelim dedi, isimleri odaya yazdı.). Hemen orada Via Palazzuolo ile Via dei Fossi'nin kesiştiği köşede Gelateria Caffe' Dei Fossi var, bir kruvasan bir kahve 2 euro yazısını görünce daldık. İçerdeki kadın acayip şeker, gidin görün, bir iki muhabbet edin mutlu olun, valla. Ve o kruvasanlar - buradaki ismiyle kornetler - muhteşem. Ama muhteşem. Muh-te-şem. Elimizde onlarla önce tam tersi tarafa yürüdük. Ha tersi dediğim Duomo'nun tersine. Neden? Çünkü elimde kağıttan bir harita vardı. Google Maps'i açmayayım bir sefer de dedim, eh oteldeki teyze de haritayı verip, tatlı tatlı üstünde her şeyi her yeri işaretleyip şöyle gideceksiniz böyle edeceksiniz diye anlatınca, o nostaljiye kaptırıp haritadan ilerledim. Ama en son kağıt üstünde ne zaman harita kullanmıştım bilmiyorum (biliyorum, New York'ta, parça pinçik olan harita üstünde ve yine orada da hep tersi tarafa gitmiştik), berbatmışım bu konuda onu gördüm. Buradan 10 dakikalık bir yürüyüşle Piazza del Duomo'da olabiliyorsunuz normalde.

Duomo'nun bayıldığım kapısı
Piazza del Duomo'ya çıktığınızda bu şahane güzellikteki yapılar karşısında bir kalıyorsunuz önce. Yeşil-beyaz. Çizgiler çizgiler. Zaten buradaki ve Pisa'daki çoğu şey üstünde bunu görebiliyorsunuz. Santa Maria del Fiore Katedrali'ne Duomo diyoruz, kırmızı kubbesi olan bu işte. Burada 7.yy.a ait Santa Reparata Kilisesi varmış, 12.yy.da Arnolfo Di Cambio tarafından bu kiliseyi yapmışlar üstüne. 15.yy.da da Filippo Brunelleschi bu kubbeyi eklemiş. Yapının dışı ne kadar ilgi çekiciyse içerisi o kadar sade. Roma'da bulduğumuz her kiliseye girip, manyak eserler, dekorasyonlar gördükten sonra burası haliyle bir sönük geldi bize ama bu kötü bir şey değil. Ortadaki kapısının iki kanadı mükemmel bu arada ama hemen sol taraftaki girişten alıyorlar içeri. İçerde, kapının üstünde çok güzel bir saat var, Paolo Uccello tarafından 1443'te yapılmış (diye tüm bilgileri söyleme gereği hissettim bir zaman ve saat manyağı olarak). Tavanda da Vasari'nin tasarladığı Last Judgment var (valla ben de bir Terminator Judgment Day'i bilirdim ama ne sanatlar varmış :p ). Aynı meydanda katedralin bir de çan kulesi var: Giotto'nun Çan Kulesi. Bir 14.yy. gotiği. Yine katedralin karşısında bir de vaftizhane var, sanırım o da altıgendi. Aziz John Vaftizhanesi. Bu binanın yerinde 4-5.yy.da bir Mars tapınağı bulunuyormuş, onun üstüne kondurmuşlar (Mezopotamya'daki kutsal yerlerin kutsallığının devam etmesi, tapınak üstüne tapınak yükselmesi geleneği nereye gitsek değişmiyor demek ki, insanın değişmemesi gibi). Vaftizhanenin kapıları pek önemli, ama açıkçası duomonun kapısı benim daha çok hoşuma gitti, ilgimi çekti. Vaftizhanenin kapıları altın rengi falandı, aman aman, hiç sevmem, ne o öyle parlak parlak. Bu binaların hepsine girip, dolaşabiliyorsunuz.
Biz oradan çok görmek istediğim Medici Şapelleri'ne gidelim dedik. Piazza del Duomo'dan Via dei Martelli'ye girdik, oradan da Via L.Gori'ye döndük. Zaten bir iki adım sonra karşınızda Monumento a Giovanni delle Bande Nere çıkıyor (yine aziz john işte, onun heykeli anıtı). Ama şapellere giremedik o gün, biletliydi, e biz de biletli her yere pazar günkü bedava giriş hizmetiyle adım atmak istediğimizden, orası kaldı.
Orsanmichele Kilisesi, her kilisenin
önü gibi yardım bekleyen teyzesiyle
Oradan duomoya geri gelip, Via dei Calzaiuoli'ye kaptırdık, yürüdük. Yürürken Orsanmichele Kilisesi'ne girdik bir. İçeride güzel eserler var, fena değil. Devamında bir sonraki hedefimiz olan Piazza della Signoria'ya geldik. Burası Palazzo Vecchio'nun önündeki meydan, ama ne meydan! (bu arada palazzo da saray falan gibi demek, ama öyle versailles gibi düşünmeyin, bina işte). Bu meydanın 3 tarafında restaurantlar ve kafeler var, bir tarafında da Loggia dei Lanzi. Bir köşesinde Cosimo'nun at üstünde bir heykeli (ilk Medicimiz), bir köşesinde Fontana del Nettuno (Neptün çeşmesi yani, Poseidon'un Roma versiyonu). Meydanın bir tarafındaki Palazzo Vecchio'nun sağ girişinde Baccio Bandinelli'nin "Hercules ve Cacus" heykeli, diğer tarafında Michelangelo'nun David'inin bir kopyası. Yine bu heykellerin yakınında az önce de dediğim Loggia dei Lanzi var ki bu kemerli bir yapı, içinde heykeller, bir tarafı meydana açık, dikilip heykellere bakabiliyorsunuz (içeri de girip bakabilirsiniz tabi). Burada çok manyak heykeller var: Patroclus'un bedenini taşıyan Menelaus, Medusa kafası tutan Perseus, Hercules ve Nessus, Sabine kadınlarına saldırılış, Medici aslanları...Buranın hemen yanındaki aradan girdiğinizde Piazzale degli Uffizi'ye çıkıyorsunuz. Zaten burası da Uffizi Galerisi'nin olduğu yer ama oraya pazar günü bedava girdik, o yüzden şimdi bahsetmeyeceğim. Bunun yerine biz Neptün Çeşmesi'nin arkasındaki sokak Via dei Gondi'ye daldık. Devamındaki Borgo dei Greci'den ilerleyip, kendimizi Piazza di Santa Croce'de bulduk. Bu meydanın da 3 tarafında kafeler restaurantlar, tek tarafında Basilica di Santa Croce di Firenze var. Meydan ve bazilikanın merdivenleri turist kaynıyor, biz de merdivenler de oturmak durumunda kaldık soluklanmak için çünkü ne bazilikaya ne de yanındaki binalara girebildik. Bir çeşit devlet töreni gibi birşey vardı, son model zırhlı araçlar, süslü giyinmiş askerler, kameralar flaşlar falan derken nasıl kaçacağımızı şaşırdık. Halbuki ben daha içeri girip Michelangelo ve Galileo'nun mezarlarında fatiha okuyacaktım. Neyse, bu meydanın bir diğer güzel yanı, bazilikanın sol çaprazında kalan Enrico Pazzi tarafından yapılmış Dante heykeli.
Loggia dei Lanzi
Buradan sonra artık bazilikalara bile giremiyoruz diye başımızı önümüze eğdik, ver elini Arno nehri dedik. Direkt nehir kenarına gelip, Ponte alle Grazie'den karşıya geçtik (ponte de köprü demek), sola doğru yürümeye devam ettik. Karşımıza pek de şirin, sarı sonbahar yapraklı bir park çıktı, Piazza Nicola Demidoff'muş. Tam buraya geldiğimizde bana mail geldi ve moralim düzelmemecesine çöktü. Geçen hafta bir web sitesinin bir tür yazı yarışması gibi birşey görmüştüm, ona yazı yollamıştım, cevabı geldi. İlk defa ingilizce bir yazı yazdım ve yolladım, britanya kökenli bir kuruluştu. Ama çok üzgünlermiş, yazım diğerlerine göre "short-listed"miş, o yüzden yayınlamayacaklarmış ama bundan sonraki çalışmalarımda bana çok çok başarılar diliyorlarmış. İşte, insan bir kere dipte doğmayagörsün, ne yaparsa yapsın kurtulamıyor. Neyse.
Santa Croce Meydanı ve kilise
Bu taraftaki hedeflerimiz Giardino Bardini (Bardini bahçesi), Forte di Belvedere (Belvedere kalesi), Giardino di Boboli (Boboli bahçesi) ve Piazzale Michelangelo'ydu. Via del Olmo'dan devam ettiğimizde karşılaştığımız ufak giriş ve onun sağından devam eden kale duvarları kenarındaki ağaçlı yokuş yol alabildiğine davetkardı, biz de yokuşa tırmanmaya başladık. Via di Belvedere. Yağmur, ağaçlar, kale duvarlarının kenarına bilgisayarlarını çantalarını yaymış ellerinde ipler tabletler ölçüm yapan öğrenciler, her bir noktada fotoğraf çeken turistler ve üstünüze üstünüze süren, o daracık yolda ölümüne süren araba sürücüleri. Üstüne üstlük yukarı ulaştığımızda hiçbir yer açık değildi. Giardino Bardini'nin girişi sımsıkı kapalı, kalenin girişi kapalı (salak bir genç adam gidip dakikalarca devasa tahta kapıları yumrukladı mesela, sonra da sıkılıp gidip yan taraftaki çöp konteynırlarının arasına işedi), Boboli bahçesinin girişinde 16:30'da açılıyor yazıyordu falan. Burada da elimizde sıfırlarla kalakalıp, aynı yolu geri indik. Via del Monte alle Croci'ye döndük, Piazza Ferrucci'den itibaren diğer pek çok çekik ve gürültücü ispanyolla birlikte vurduk kendimizi Scalea del Monte alle Croci'ye (merdivenler). Burası Viale Galileo'ya ve Piazza Michelangelo'ya çıkıyor. Ordaki terastan da selfie çubuklarınızla Floransa manzarası ve ben temalı fotoğraflar çekebiliyorsunuz. Ya da sadece Floransa manzarasının üstünde asılı gökyüzünü seyreyleyebiliyorsunuz. Bu meydanda yine bir David heykeli daha var tabi. Oradan aşağı kaptırıp, kendimizi Giardino delle Rose'ye attık biz çok soğumuştu hava çünkü tepede. Burası acayip güzel, minik bir çiçek bahçesi. Tatlı bir yaz günü muhteşem olur mesela.
Sonra yine nehrin kenarına çıktık ve Ponte Vecchio'dan geçelim dedik karşıya geri. Çünkü Ponte Vecchio ünlü. Çünkü Ponte Vecchio'da anlamsız bir turist kalabalığı var, çekikler köprünün ortasında herhangi bir noktada selfie çekinip duruyor. Aslında burası Roma dönemine kadar uzanan bir geçmişi olan ortaçağ köprüsü, böyle o tanıdık kemerli mimarisiyle. Şimdi gördüğümüz hali 1345'ten kalmaymış, daha eski hali bir selle yıkıldıktan sonra. II.Dünya Savaşı'nda almanların nehir üstünde yıkmadıkları tek köprüymüş bir de. Üstünde 13.yy.dan beri dükkanlar varmış, 1593'te I.Ferdinand artık sadece kuyumcular falan olsun dedikten sonra da sadece onlar var şu an, köprüde parıltıdan yürüyemiyorsunuz. Ama o dükkanların ahşapları muhteşem, onu belirtmem lazım.
Michelangelo terasından sana baktım ey Floransa!
Tabi bu arada saat akşamın bir vakti olduğundan ve tüm gün aç bilaç gezdiğimizden birşeyler yiyelim diye bakınmaya başladık. Ama saat 19 olmadan italyanlar yemek yemiyor, hiçbir yer açık değil. En son güzel bir tesadüfle Via dei Benci üstündeki İstanbul Döner Kebap'la karşılaştık ve 5'er euroya lezzetli dürümlerimizi yedik (bir haftalığına italya turuna geldiğinizde makarna ve pizza gayet leziz gibi görünebilir sevgili kayıp çocuklar ama artık 2.ayımızı devirmişken makarnayı sadece evde pişirmek istiyor hale geliyoruz). Ardından da Via Guiseppe Verdi üzerindeki Off The Hook'ta birer birşey içtik, mekan güzel, sevimli, çalışanlar samimi, eh bir de canlı müzik oluyormuş, daha ne olsun.
Floransa'daki ilk günümüzün sonunda çok da geç olmayan bir saatte otele geri döndük, ertesi sabah erkenden yollara düşüp Pisa'ya gideceğimiz için dinlenelim diye. Bu arada karışık bir yatakhanede, böyle ortak banyolu tuvaletli bir hostelde ilk kez kalacaktım ve acayip tırsmış durumdaydım. Otele geldiğimizde resepsiyonda sabahki teyze yoktu, kavruk bir amca vardı ki sonradan bangladeşli olduğunu öğrendik. Amcaya dedik biz sabah gelmiştik, teyze bize 7 numaralı odada kalacağımızı söylemişti dedik. Baktı baktı kayıtlarına, bir şaşırdı. E ben o yatakları başkalarına verdim dedi. Haa dedi sonra ben de diyorum bu kızlar hiç Türk'e benzemiyor nasıl yani diye dedi. Gün içinde bir amerikalı bir de çinli gelmiş, onlara vermiş. Artık kayıtlı şey nasıl oluyorsa. Ama bakın bu noktada çemkirmeyip, itiraz etmememin çok güzel bir sebebi var. Durumu nasıl karıştırdığını anlamaya çabalayan adam, bir odaya bakmaya falan gitti yanımızdan ayrılıp. Geri geldiğinde de bize iki kişilik odanın anahtarını verdi, benim hatam olduğundan bu gece bu odada kalın aynı paraya, yarın diğer yatakhane odasına geçersiniz dedi. Olley diye zıplamamak için zor tuttum kendimi. Şans eseri ilk yatakhaneli hostel deneyimimin ilk gecesi rahat bir odada geçmiş oldu. Gerçi tuvalet ve banyo yine ortaktı, katta 2 tuvalet bir de banyo vardı. Bir de gece boyu hostelin içi kulüp gibiydi, müzik gümbürtüsünden duvarlar sarsıldı, kavga bağırış koptu devamlı, dışarıda meydanda sokakta insanlar bağırmaya çağırmaya devam etti. Ama neyseki kapımızı kilitledik, yattık.
Ohoo bu yazı çok uzamış, diğer günler diğer yazıya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...