20 Haziran 2016 Pazartesi

la voglia

Resmen, hiç tuhaf olmayan bir ruh hali, duygu durumu, akıl sağlığı içinde olduğum bir zaman dilimi olmadan yaşayıp gideceğim bu hayatı, şu günlerde en son bunu anlamış bulunuyorum. Çünkü neler olup bittiğini anlatmak için sayfayı açtığımda fark ettim ki elimin ucuna gelen ilk cümle "gerçekten çok tuhaf bir ruh hali içindeyim"di ve bununla beraber, bu cümleyi ya da benzerlerini burada ne kadar çok sarfettiğim gerçeği dank diye vurdu kafama. Saçmalıyor da olabilirim ki saçmalamadığım çok nadir olduğundan bir şey diyemeyeceğim ama aslında çok da şahane falan olmam gerekmiyor mu benim, yerime koysanız bilmem kaç kişiyi bunun yüz katı kadar mutlu olmaz mı? Ama ben gene de bir tuhaflık içindeyim. Feci derecede yoğun ve sinir harbi şeklinde geçen final haftasından yeni çıktım. İtalyanca kursuna tam gaz devam ettim, o da bu başladığımız hafta bitecek. Bitirdiğimiz hafta içinde bir gece, sanıyorum çarşamba gecesiydi, yine okuldaki manyak bir sınavın ardından kursa gitmiş, kurs çıkışında tren bekliyordum. Bir an salak gibi sırıttığımı fark ettim. Böyle saçma sapan bir halde havada uçuyor, gecenin içinde ılık ılık esiyor gibiydim ama bir yandan da içim içime sığmıyor, kalk koşalım diyordu. Dedim ki kendi kendime, bugünleri ömrümün her anında hatırlamam gerek. Çünkü aslında öylesi günler yaşıyordum ki, tam olarak hakkını vererek, bana tam da nasıl hissettirdiğini hakikaten de ifade edebilerek nasıl anlatırım bilemiyorum. O çarşamba mesela, kursta manyaklar gibi, ölesiye güldüğümüz bir akşamdı. Bu 5 insanla dedim, 3'ünü 5 aydır, birini 1 aydır, bir diğeriniyse 10 gündür tanıdığım bu 5 insanla yaşadığım 5 ayı bir daha yaşayabilir miyim ki. Ettiğimiz muhabbetleri bir daha edebilir miyim, duvarları inlettiğimiz kahkahaları bir daha atabilir miyim, hayret ettiğim hikayelerini bir daha dinleyebilir miyim başka insanlardan, böylesine çok başka yerlerden gelmiş, çok başka yaşlarda 5 insanla neredeyse bir aile olmuşçasına 5 aydır nerdeyse her akşam bir araya gelebilir miyim. Bu hafta işte o hüzünle, bunun bitecek olmasının hüznüyle başlıyor benim için. Arada mesajlar atacağız birbirimize, özel günleri kutlayacağız, belki yolumuz düştüğünde bir çay içeceğiz birlikte ama böyle, bu yaşadığımız 5 aylık aileyi geri getirmeyecek hiçbiri.
Okulda desem, ders aşamasını resmi olarak bitirmiş bulunuyorum. Bundan sonra bir tez yazması bir de seminer vermesi kaldı. Ve ordaki 5-6 kişilik ailemden de ayrılmış gibi hissediyorum. Eylülden beri o kadar stres, sıkıntı, zorluk içinde, düşe kalka, ölüp ölüp dirilip geçirdiğimiz tüm o zamanı, yaşadıklarımızı düşünüyorum. O çarşamba günü o sınavdan çıkıp da kursa doğru yürürken de aynı sırıtış vardı mesela yüzümde. O kadar uykusuz, stresli, dağılmış haldeydim ama yine manyakça güldüğümüz, muhabbet çevirdiğimiz, "çay söyleyelim"li bir sınavdan çıkmıştık ve dedim ki kendi kendime öyle sırıtarak yürürken, bu günleri bir daha yaşayamayacağım. Bu sarsak, komik, her biri ayrı telden çalan, her biri başka bir manyaklık peşinde olan, her biri daha da ilginç bir "backstory"ye sahip olan bu genç insanlarla bir daha böyle bir 10 ay geçiremeyeceğim. O gece, o çarşamba gecesi işte böylesi bir sırıtışla bindim trene ve döndüm eve. Ama sınavlar bitmemişti, çok duramazdım üstünde devam ettim. Ta ki cuma günü son sınav da bitip, sarılıp vedalaşıp evlere ayrıldıktan sonra çöktü üstüme herşey.
Sanki her şeyi herkesi terk edip gidiyormuşum gibi hissediyorum. Şu son bir yıldır ya da iki bilemiyorum artık ne kadar, habire bir şeyleri terk ediyormuşum gibi hissediyorum. Evet işten nefret ediyordum ama orda da bir aile gibi olan insanlarım vardı ve onlardan ayrıldım. Bunu koşturarak yaptım doğru, güle oynaya kaçtım evet. Ama içimden kopanları fark etmemişim, geriye atmıştım. Ta ki bu en son ayrılıklarla birlikte hepsi yüzüme vuruncaya dek. Şimdi herşeyi, hayatımı terk ediyormuşum gibi geliyor. Bu senenin başında, okul, kurs, abimlerle aynı evi paylaşma..hepsi sanki sonsuza kadar sürecek şeylermiş gibi geliyordu. Bir sonu, bir bitişi olacağını aklımın ucuna bile getirmemişim meğerse. Yani bitmesini istiyor, bitmesi için uğraşıyordum evet ama bilinçli bir şey değildi bu, gerçek gibi değildi. Oysa hepsinin bir sonu varmış. Ve ben o sonda, bavulumu arkama katıp, kendimi başka bir ülkeye atıyormuşum. Bunun da gerçekliği çöktü üstüme. En çok da dün, sabah kalktığımda çok kötü hissedip, tüm gün kendimi kanepeden kaldıramadıktan sonra akşama doğru da ateşim çıktığında ve kalkıp kendi kendime, alnıma ıslak bez koyup ateşimi düşürmeye, tir tir titrerken battaniyeyi üstüme almamaya çabalarken çöktü üstüme. Yalnızdım. Yapayalnızdım. Bunca sene didinip, uğraşıp yapmaya çalıştığım şey buymuş dedim kendime. İlkokul yıllarımdan itibaren düşündüğüm şey adım adım gerçekleşirken farkına varmamışım. Bir anda olmayınca, dilek kabul görmedi zannetmişim. Ranzanın üst katında abim artık ışığı kapatsa da yatsa, artık kendi odam olsa diye söylenirken ortaokuldayken abim gitti önce evden. Sonra büyükbabamla babaannemin horultuları içinde uyuyamıyorum diye çemkirirken, önce büyükbabam gitti tamamen başka bir diyara, şimdi de babaannem hasta. Keşke kendi evime çıksam keşke beni bir özgür bıraksalar diye yıllarca  söylendikten sonra annemler evi bana bırakıp başka bir şehre gitti. Beni çok sevdiğini fark ettiğim insanlardan birer birer soğudum her defasında. Hep farklı bir yerlere koşmaya çalıştım, her gittiğim yerde hemen arkadaş edindim ama sonra onları da hemen bir diğer yere doğru koştururken arkamda bıraktım. Tüm bunlara bakınca o tuttuğum ilk dileğin, adım adım, kendini hissettirmeden gerçekleştiğini fark ediyorum. Ama her sihrin bedeli var. Özgürlük dileğim bedel olarak yalnızlık getiriyormuş. Dilekleri işleyen, kabul eden ilgili makam "özgürlük mü, eh o zaman al bakalım" diyormuş. Ki böylece o yana yıkıla istediğim, uğruna 30 sene tükettiğim özgürlüğün aslında çok da matah bir şey olmadığını görmemi istemiş olabilir o ilgili makam. Sen o çocuk aklınla, o hiç büyümeyen aklınla, o saçmasapan düşünen, saçmasapan karar veren, fındık kadar beyninle kendin için en iyisinin ne olduğunu bildiğini mi sanıyorsun, özgürlüğün ne olduğunu gerçekten bildiğini mi sanıyorsun diyormuş meğerse ben her seferinde offf keşke bir özgür olsam keşke bir beni kendime bıraksalar diye dilediğimde. Al işte diyor şimdi de, buydu istediğin. Bir lanetli gibi, teker teker insanlara bağlanıp, sonra kopmak. Hiçbir yere ait olamadan, ait hissemeden oradan oraya savrulmak. Habire bir başka yerin hayaliyle koşturup durmak. Hep bir ortada olmak, hep bir yarım hissetmek, hep bir arafta olmak.
Bir elma istiyorum diye dilek tutmak gibi. Elimde bir elma belirdi. Ama kurtsuz elma istiyorum diye doğru düzgün şartları belirtmediğim için elmayı yiyemiyorum şimdi, o kurt kemirip duruyor içini elmanın.
Dileğim gerçekleşti. Heyoo..

1 yorum:

  1. Çok net anlatmışsın durumu... Yeşil yol filmini hatırlattı sözlerin. Vardır her işte bir hayır, Allah yardımcın olsun...

    YanıtlaSil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...