23 Mayıs 2016 Pazartesi

la costante

Babamla bir ziyaretten daha sağ çıkmanın verdiği o yenilmişlik, o dipsiz hüzün ve dağ gibi karmaşık duyguların ezilmişliğiyle karşınızdayım. Salı gecesi geldi annemle babam, bu sabah da buraya gelen halamlarla buluşup, köye doğru yola çıktılar. 19 mayısın gazıyla hemen herkesin bir tatil havasına büründüğü bu geçtiğimiz hafta resmen ziyaret haftasıydı. İnsan böyle akrabalarıyla görüşebildiği, uzun zamandır göremediği arkadaşlarıyla buluşabildiği bir haftasonundan sonra böyle rahatlamış, böyle hafif bir tebessümle oturuyor olacağını sanıyor değil mi. Ama bizde işler öyle yürümüyor. Gönül'ü Aşti'ye yol ederken son ana kadar her şey güzeldi mesela, ama sonra tam o ikimiz de birbirimizden yavaşça ayrıldık böyle arkamı dönerken o son saniye onun da arkasına dönüşünü gördüm ya..saçları sanki ağır çekimde savruluyordu, herşey yavaşladı bir anda. Arkamı dönüp, yürümeye başladığımda üstüme kocaman bir taş düşmüş gibi oldu. Neden böyle oldu bilmiyorum. Vedalar koymaz bana genelde. Ne bileyim, veda etmemiz gerektiğini bilirim çünkü, insanlara sarılırım ya da görüşürüz derim ayrılırız. O kadar yani, bir şey olmaz. Ama yıllarla birlikte bu da değişiyor sanırım. Artık yaşlandıkça boğazımda kocaman bir yumruyla veda ediyorum herhalde.
Yıllar geçtikçe değiştiğine şaşırdığım şeylerin yanında bir de nasıl olup da hala değişmediğine, bir türlü düzelmediğine inanamadığım şeyler de var mesela. Benim hala babamı memnun etmeye, gururlandırmaya, beklentilerini karşılamaya çalışma çabam gibi. Ve onun da hiçbir zaman memnun olmaması, her seferinde durup durup bir kere ağzını açıp da tüm ruhumu keskin bir kılıçla tuzla buz edebiliyor olması gibi. Önce bunu yaptığı için ondan ölesiye nefret edip, ardından da onu yine de mutlu etmeyi başaramadığım için, hayal kırıklığına uğrattığım için kendimden nefret etmeye başlamam ve onun için daha da fazla üzülmem gibi. Bunlar hiç değişmiyor, öylece sabit. Ama Desmond'ın sabiti gibi değil, ruhuma çakılmış bir çivi gibi, hep acıtıyor, ne yerinden sökülüyor ne de sonunda acıdan ölmemi sağlıyor. Hiçbir türlü o acıdan, o sabitten kurtulamıyorum

1 yorum:

  1. Babalar için kızlarının yeri ayrıdır. Erkek, annesi tarafından sevilir, eşi tarafından sevilmek ister, ama kızını sever. Kızının incinmesini, üzülmesini istemez. "Öyle koşma, düşersen çok acır" dese hayatına karışmış olacağı için diyemez de, somurtur öylece. Hele ki kendi hayal kırıklıklarının benzerlerine doğru gittiğini görürse kızının, iyice erir.

    Bir ebeveynin çocuğu için yapması gereken en zor görevlerden biri; kendi olamadığı kişiyi çocuğundan istemek yerine, çocuğun kendisi olmasını desteklemek.. Kendisi açamamış bir gülün, papatyadan gül açmasını istemesi kadar tirajiktir bunun tersi..

    Aslında bunlar, seçtiğin yolda kararlılığını sınamak için hayatın sana "any unsaved data will be lost, are you sure to exit?" şeklindeki soruları. Ben güvenli olanı, konvansiyonel olanı, ebeveynlerimin doğrularını seçtim, yavaş yavaş ölüyorum. Sen zinciri kırdın bir kere. Hızla ölme ihtimalin de var, gerçekçi olalım. Ama yaşama ihtimalin de var. O yüzden minik kuş, sakın kendinden, seçimlerinden şüphe etme.

    Tabii ayrıca, babaların da kızları için yeri ayrıdır. Sadece bir yük, bir engel, bir öz yıkım sebebi olarak görme ilişkinizi - ki, özyıkım için kullandığı araçları çok bol olan birisin :) "If it hurts, it's because you care"

    YanıtlaSil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...