19 Haziran 2015 Cuma

vita et tales




Şimdi bu, o bahsettiğim "kariyer-hayat-ulan ben napıyorum" yazısı olacak. Baştan uyarıyorum, siz bilirsiniz.

Şu noktada önümde bir dolu seçenek var aslında. Elimde bir bilgisayar mühendisliği diploması, konuşturmaya çalışmadıkları sürece geçinip gidebileceğim bir ingilizce seviyesi ve hemen hemen 4 yıllık bir network işi tecrübesi var. Bunlar kesin olanlar. Bir de hayatımdaki pek çok şeye yaptığım gibi, başlayıp bitirmeden kaçtığım, ucundan kıyısından bulaşıp sonra yavaş yavaş gözden uzaklaştığım şeyler var. Ki aslında bu dönemde - hayatımın bu döneminde - yapmak istediğim şey bu yarım bıraktığım milyonlarca şeyi nihayete erdirmekti. İlk düşüncem oydu yani. Bir dönem tarih bölümü okumuşluğum var (vizelerden sonra bir daha uğramamıştım). Tez yazma aşamasında kaçıp gittiğim bir arkeoloji yüksek lisansım var. Kazanıp da gitmediğim bir arkeoloji lisansım var. Lisede bir yıl boyunca almanca öğrenip, üniversitede bir kur kursuna gidip italyanca öğrenip, evde de birkaç yıldır kendi kendime öğrenmeye çabaladığım ispanyolcayı bir güzel unutmuşluğum var. Dansı denedim, bana göre değil, elime ayağıma sahip çıkamadığım gibi beynimin bedenime herhangi bir şey dinletemediğini de görmüş oldum. Resim yapamam, müzik hakkında hakikaten kötüyüm. Spor konusunda zaten geç kaldım (28 yaş artık konuşmaya bile değmiyor). Peki yapabildiğim ne var? Hemen hemen hiçbir şey. Kafamda bir dolu gereksiz bilgi var evet, ama hiçbiri bir işe yaramıyor. Topladığımda bir kabı da doldurmuyor. Herhangi bir yeteneğim olmadığı gibi, akademik bir başarım ya da başka bir konuda elde ettiğim bir başarı yok. Ortalama inek bir öğrenciydim hep, hayatımı da ortalama olarak geçirdim.
Gene kendi kendimi bunalıma sokmadan kıyısından kaçınayım. Peki neleri seviyorum? Yapabiliyorum demiyorum, seviyorum diyorum. Geçmişi seviyorum, çılgınlar gibi. Geçmişin idealize edilmiş halini, hayalini seviyorum. Kitapları seviyorum, yazmayı. Filmlere ölüyorum, sinema olmadan nefes alamıyorum. Seyahat etmeyi seviyorum, her bir kilometrede macerayı, yeni hikayeleri seviyorum. Tüm bunları birleştirdiğimde dünyayı dolaşarak tarihi film senaryoları yazmam gerekiyor gibi görünüyor :D
Ama bu lanet ülkede beş parasız doğduğum için, bu hayali bırakalım şimdilik. Bu kıstaslara bakarak benim denediğim şey arkeoloji oluyordu, ama adamakıllı oturup bir düşündüğümde arkeolojinin gerektirdiği hayat tarzını bu yaşımdan sonra elde etsem bile çekemeyeceğimi biliyorum. 18 yaşımda olup da deneseydim bayılacağıma eminim ama geçmiş geçmişte kaldı ve artık hiçbir şey için pişman olmamaya kararlıyım. Böyle olması gerekiyordu, böyle oldu.
Elimdeki kahrolası diplomanın bana açtığı işleri hala midem kaldırmıyor, ölecek gibi oluyorum düşününce bile. Ama bir şekilde de çalışmak zorundayım, bunun farkındayım. Annemlere dayanarak kendimi eve saklayamam tüm hayatım boyunca. Uzunca bir süre onları suçladım hayal ettiğim hayatı elimden aldıkları için. Kendimi suçladım sonra, hep yanlış kararları verip kendimi bu hayata sürüklediğim için. Artık kimseyi suçlamıyorum, dedim ya olması gerekiyordu. Bu yaştan sonra yapabileceğim sadece bir orta yol bulmak. Tümüyle nefret ettiğim bir iş - mühendislik - yapmadan, bir iş bulabilirim belki. Yüksek lisans ve doktora da yapabilirim aynı zamanda belki. Ama işte tüm bu durumun içine eden yine bu ülke oluyor. Tam olarak fırsatlar cumhuriyeti değil burası, önyargılar-yandaşlar-kayırmalar-adaletsizlikler ülkesi. Kimse durup da abi ben çok çalışkanım bakın yeter ki derginizde-gazetenizde-vs. iş verin alır yürürüm vallahi falan dediğinizde dinlemiyor haliyle. Herhangi bir yerde herhangi bir kuruma-şirkete bir yere başvurduğumda beni ilk yapacakları şey bilgi işleme göndermek oluyor. Niye? Ee sırf sınavları geçtim de o diplomayı bana verdiler diye. Tamam tamam yine çemkirmeye ve bunalıma girmeye meylediyorum, kestim.
Şimdi ilk adımım yaşadığım şehri değiştirmeye çalışmak. Bu da büyük çaba gerektirecek bir şey ama artık ince ince düşünmekten bıktım. Sadece kendi mutluluğumu düşünüyorum. Tüm hayatımı kendim dışında herkesi mutlu etmek için yaşadığımı göz önüne alırsak, sanırım artık bencil olup salakça şeyler yapma zamanım gelmiş olabilir. Biraz geç oldu ama olsun. Denemek zorundayım.
Önce yüksek lisans başvurularımı yapacağım. Ankara'dakilere de başvuracağım tabi ama pek şansım olduğunu düşünmüyorum. Asıl istediğim İzmir. Takıntılı bir şekilde İzmir'e gideyim diye tutturmuş durumdayım. Hayalimde orası şimdilik her şeyin güzel olduğu yer (gerçekte orada nasıl yaşarım bilmiyorum tabi, lise ve üniversitedeki yaz tatillerinde görebildiğim kadarıyla bilmem mümkün değil). O yüzden diyorum ki taşınayım, okula başlayayım, konuşmayı halledebilmek için ingilizce kursuna giderim, bir dil daha öğrenirim, dediğim gibi bir iş bulmaya çalışayım. 2 yıl sonra yüksek lisans bittiğinde yurtdışındaki işlere başvurmaya, görüşmeye başlarım.
İlk plan bu. En ideali bu. Pespembesi bu. Çünkü tüm bu sıralamanın olabilmesi için paranın hiç bitmemesi, benim daha önceki 28 yılda yaptığım gibi yarım bırakıp ardıma bile bakmadan kaçmamam ve ailemin sabırlı olması gerekiyor. Annemin ısrarla dediği gibi "kararlı ol"mam gerekiyor. Neye karar verirsem vereyim, sonuna kadar gitmem, arkasında durmam gerekiyor. Salak saçma bir şey yapmaya karar vermişsem bile sonradan korkaklık edip yarı yoldan dönmemeliyim. Ki hep yaptığım bu. Bu denklemimde bir dolu şey yanlış gidebilir.
İlk olarak hiçbir okula kabul edilmeyebilirim--->kış geldiğinde iş aramaya başlarım
Bir okula kabul edilebilirim--->şehir içi olabilir
--->şehir dışı olabilir
Okul şehir içi olursa--->evi taşımak ve masraf yapmak zorunda kalmam--->annemler daha az diken üstünde olur
Okul şehir dışı olursa--->evi taşımak-ev bulmak-yeni bir şehri tanımak zorunda kalırım
Her durumda, dediğim türden bir iş arayacağım o kesin.
E peki normal bir şekilde bu okul işinden taşınma işinden falan vazgeçip, gidip en büyük şirketlere kurumlara mühendis olarak başvurup, şöyle en yüksek maaşlısından bir iş bulup, sabahın köründen gecenin bir vaktine kadar çalışıp, kendimi harap edemez miyim? Öyle bir olasılık da var. Paşa paşa kendimi bilgisayar mühendisliğine gömebilirim. Deliler gibi para basıp, her ufak tatil günümde bir yurtdışı seyahati yapabilir, kendime güzel bir araba alabilir, daha büyük bir eve çıkabilir, öyle bir hayat da yaşayabilirim. Gece gündüz çalışırım, midem kalka kalka kod yazabilirim, nefes alamayarak konfigürasyon yapabilirim, kendimi öldürmek isteye isteye yeni teknolojileri öğrenebilirim ama çuvalla para da kazanabilirim. Evet böyle bir hayat da var.
Hani bir masal gibi, fakir ama gururlu güzeller güzeli genç kız köyün fakir çobanına aşık olur ama çoban ona bakmaz. Bu sırada köyün en zengini, yaşlı çirkin adam da kıza aşıktır ve habire karşısına çıkıp durur. Kız çobanla birlikte olabilmek için her yolu dener ama her defasında çaresiz kalır, hep o çirkin adama çıkar yollar. Öyle bir şey. Bir tarlada bahçede altın dolu küp bulmadıkça, kız bu köyden kaçamaz ya, işte o masal.

2 yorum:

  1. Beni çok korkuttu açıkçası yazdıkların. Bende tıp okuyorum ve sabahtan akşama kadar belki de gecelere kadar hiç sevmediğim hastanelerde çürüyeceğim sonrada eve geleceğim. Her zaman işe senin de yazdığın gibi iyi param olur, araba alırım, güzel bir hayat sürerim şeklinde iyi tarafından bakmaya çalıştım ama bunu kaldırabilir miyim kendimi kandırabilir miyim eminde değilim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. o kadar korkutmak istemezdim, ben sanırım biraz fazlaca hata(lar) yapıp, fazlaca da karamsarlıklar yaşadım ondan bu kadar ürkütücü yazmış olabilirim. eh bu kadar fazla hata yapmış bir büyüğün olarak da (öyle şey taslamak için demiyorum, blogunu ve instagramını takip ettiğim kadarıyla benden en azından beş yaş falan küçük olduğun sonucunu çıkarabiliyorum) naçizane diyebileceğim şey, gerçekten esaslıca düşünmen. yani şu an hayatımın hangi noktasındayım, daha önce neler düşünmüştün önemli değil. sadece şu an hangi noktadasın, bu nokta bu yer seni şimdi mutlu ediyor mu, etmiyorsa bunun sebebi ne? mutlu etmiyorsa hep etmeyecek mi? hayatında ne yapmak istiyorsun? neler yapmak istiyorsun? tüm bunların ortasında ise gerçek anlamda kendini tanıman gerekiyor. istifa ettiğim yerdeki amirimle konuşmalarımızda bir kere şey demişti bana, hayatını iki bölüme ayırman gerek mutlu olman için. bir iş hayatın bir de özel hayatın. bu şekilde bir ayrımı oturtabilir, özel hayatında içinde ne varsa isteklerin zevklerin hoşlandığın ne varsa onu yapar, işyerindeyken de bunun bilinciyle işini yaparsın ve mutsuz olmazsın. o böyle bir düşünce yapısına sahipti, yaklaşık 40 senelik yaşamında edindiği tecrübeyle belki de böyle düşünüyordu. ama ben tam tersini düşünüyordum, hep öyle düşündüm. ben de aşık olduğun şeyi meslek olarak yapmalısın ki hayatının her bir günü baştan sona mutlu olmalısın diye düşünürüm. benim de kişiliğim bu, diye karar verebilirim mesela. işte sen de bu şekilde kendini tanımalı, fikirlerini oluşturmalısın bence. ha yani demek istediğim ne amirimin dediği ne de benim dediğim doğru. hastanelerde çürüyüp çürümeyeceğini bilmiyorsun, bir çürüme olup olmadığını bile bilmiyorsun. doğru olan şeyi senin doğru diyeceğin şey olacak. o doğru dediğin şey de seni mutlu eden neyse o. ben hala bilmiyorum çok para kazanmak mı sevdiğin şeyi yapmak mı mutlu eder insanı. bu yaşımdayım hala karar veremedim. ama sen korkuya kapılmadan, umutsuzluğa ya da mutsuzluğa düşmeden sadece düşün.

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...