11 Mayıs 2015 Pazartesi

giysilere dair, 3 kadın : Mackenzie McHale, Mary Crawley ve Claire Fraser

Böyle bir konuya nasıl başlanır bilemedim şimdi. Giriş olarak aklıma "hiçbir zaman bir moda-giyinme-estetik anlayışım olmadı" gibi şeyler geliyor ama böyle diyerek de tam olarak ifade edebilir miyim vaziyetimin acınasılığını bilemiyorum.
Bahsetmek istediğim aslında son dönemlerde fazlasıyla beğendiğimin farkına vardığım karakter tarzları. Karakterlerden kastım sinemada ve tvde izlediklerim içindekiler. Ama bu şekilde, giyim tarzlarını incelemeye başlamadan önce bu konudaki seviyemi anlatmak gerek ki, fazla bir beklentiye girilmesin.
Modaya ilgim daha doğrusu giysiler, uyumlu giyinmek, üstüne başına dikkat etmek, "güzel" olmaya çalışmak gibi konulara ilgim doğduğumdan beri sıfırdı. Neden olduğunu, olabileceğini bilmiyorum. Birkaç fikrim var elbette ki ama bunlar tamamen başka psikolojik incelemelerin konusu. Genel olarak söylemem gerekirse "süslenmek" terimine bağlanabilecek her bir şeyi fazlasıyla "kızsal" görüyordum ve kız gibi olmak, dahası "kız olmak" bana göre küfürlerin en kötüsüydü. Çünkü kız gibi olmak demek güçsüz, zayıf olmak, hor görülmek demekti. Ve ben böyle bir şeye zerre tahammül edemezdim. Zaten doğuştan ufak tefek ve çelimsiz olduğum için ailem tarafından da arkadaşlarım tarafından da hep korunup kollanan durumundaydım, bir şekilde içten içe kendimi güçsüz ve kendine güvensiz hissediyordum. Bunu örtbas edebilmemim tek yolu, güçlü olmaya çalışmaktı, öyle görünebilmekti. Güçlü olmak demek, sözünün dinlenmesi, ciddiye alınmak demekti. Ciddiye alınabilmek için o "diğerleri gibi" yani kız gibi olmamalıydım. Çünkü görüyordum, bu kültürde bu coğrafyada, hatta tüm bir dünyada kadın gibi olan, kadınlığının farkında olup içinden geldiği gibi davranan "dişilere" yer yoktu. Bu dünya erkeklerin dünyasıydı ve ben onların arasında küçük görülen olmayacaktım.
Kendime yerleştirdiğim bu pek fevkalade önyargılarla birlikte yetişkinliğe giden yolda hep annemin deyimiyle "çolapa" oldum. Yani bir anlamda cinsiyetsiz bir tarzdı benimkisi. Alışveriş yapmayı hiç sevmezdim (hala sevmem içim bayılıyor dolaşıp bir şeyler almaya çalışırken), giyinmek için vakit harcamak da bana göre değildi. Ne bulursam giyiyordum, hediye gelenler, annemlerin aldıkları, bu bana küçüldü sen giy diye büyüklerden verilenler..hiç fark etmiyordu. Önemli olan beni gereğinden fazla kız gibi göstermemesi ve belli bir düzeni olmayan saçma sapan hareketlerimde serbestlik sağlamasıydı. Sonraları aslında güzel giysilere, iyi giyinen insanlara bakmayı sevdiğimi fark ettim. Yani filmlerde, dizilerde insanlar güzel giyinebilirdi ve bunu takdir edebilirdim. Ama kendime gelince, hiç de benlik değildi.
Uzunca bir süre bu yüzden modanın çok saçma ve gereksiz bir şey olduğunu da düşündüm (ah ergenlik, her şeye karşıyım her şeyin en iyisini ben bilirim kafası). Ama zaman ilerledikçe ve hayatla, dünyayla daha çok karşılaştıkça düşüncelerim de gelişmeye başladı. Artık eskiden bulduğum kadar gereksiz olduğunu düşünmüyorum (ha bu kadar büyütülmesi gerektiğini de düşünmüyorum), sadece artık giyinmenin de bir anlamda insanın kendini ifade etme yolu olabileceğini düşünüyorum. Bir şekilde karakterimizi, düşüncelerimizi, olduğumuz kişiyi gösterebilmemiz için bir yol olabilir gibi geliyor artık. Yine pratikte çok ilgilenemesem de teoride oldukça eğlenceli buluyorum. Özellikle izlediğim karakterlerin tarzlarını takip etmeyi seviyorum.
Bunlardan en beğendiğim 3 tanesini göstermek istedim. Bu üçüne de baktığımda elimde olmadan yıllar içindeki büyük değişimimi de görmüş oluyorum. Lise yıllarında dinlemeye başladığım müziklerin de etkisiyle bir tür 60lar çiçek çocuklar dönemi beğenisi içindeydim. Adeta bir Janis Joplin hülyasıyla bakıyordum bu konuya. Üniversite döneminde tipik "koyu renkler" buhranındaydım. Bir kahverengi veya koyu yeşil kadife pantolonla 5 ay geçiriyordum. Kollarımda bileklerimden dirseklerime kadar saçma sapan bileklikler doluydu, saçımda kırmızı, mavi, yeşil ve onlar devamlı aktığı için de çiğ sarı renkler dolanıyordu. Ve tabiki yaz kış yağmur çamur ayakta converseler. Biliyorsunuz işte hepiniz geçtiniz o safhadan. Ama artık baktığımda görüyorum ki daha incelikli şeyleri beğeniyorum. Bu üç karakterin tarzına da baktığımda belli bir nasıl denir elegantlık(?!) görebiliyorum. Ha onlar gibi giyinmem mümkün değil bu ülkede, bu sokaklarda, benimkisi gibi hobbit bir bedenle, bu kafalarla orası ayrı. Sadece seviyorum, onlar çok güzel görünüyor ve keşke öyle olabilsem.
1 - Mackenzie McHale (The Newsroom) : Emily Mortimer'ın 2012'den 2014'e kadar 3 sezon hayat verdiği Mac, genel olarak bir gazeteci aslında. Dizide akşam haberlerinin prodüktörüydü. Onu büyük ve karmaşık, kalabalık bir haber stüdyosunda koşuşturup bol bol konuşurken izliyorduk çoğunlukla. NY'ın ortasında, bir televizyoncu, bir haberci ve yönetici olarak Mac neredeyse her zaman üstünde uzun kolları geriye sıyrılmış veya kıvrılmış, üstüne yapışmayan, dökümlü duran, ince gömlekler giyiyordu. Altında o incecik fiziğine cuk diye oturan koyu renk kalem etek ve ince topuklu klasik ayakkabılardan oluyordu. Bazen, çok nadir olarak bir kolye takabiliyordu. Saçları hep omzunda veya bir iki parmak altında/üstünde, düz şekil verilmişti. Hiç makyaj yokmuş gibi görünen bir makyaj stili vardı. Tüm bu görünüşü ona hem ciddi hem de kadınsı bir görüntü veriyordu. Ve ben bayılıyordum.





2 - Lady Mary Crawley (Downton Abbey) : 2010'dan beri Michelle Dockery'nin canlandırdığı leydimizin tarzının hoşuma gitmesinin en büyük sebebi 1912'den anlatmaya başlamış olmaları. Aslında bu yüzden tümüyle kullanılan kostümlere, mekanlara aşığım ben dizideki ama tek bir karaktere indirgemeye çalıştığımda evin en büyük kızının tarzı en beğendiğim oluyor. Gerçi son sezonda ve ondan önceki sezonda da ufak ufak Mary'nin tarzından soğumaya başladım diyebilirim. 20li yıllarda ilerledikçe sanki onu daha tekdüze, daha özensiz giydirmeye başladılar. İlk iki sezondaki kıyafetleri, aksesuarları, saç şekilleri efsaneydi. Bu vesileyle zevkimin yıllar içinde 1960lardan 1920li ve hatta 1930lu 40lı yıllara kaydığını söyleyebilirim. Lady Mary'nin de alabildiğine ince, kıvrımsız bir fiziği ve asil bir duruşu var ayrıca.








3 - Claire Randall-Beauchamp-Fraser (Outlander) : Bir başka efsane daha. Muhteşem ötesi kadın, Caitriona Balfe'ın adeta destan yazdığı karakter Claire'in geçen seneden beri Outlander'da yaptıklarına diyebilecek bir şey bulamıyorum, dilim tutuluyor. Claire'in 1945'ten 1743'e olan yolculuğunda 18.yy. kıyafetlerine zaten ağzım açık bakıyorum ama benim asıl beğendiğim 30lar ve 40lardaki kıyafetleri. Yine ince, uzun bir siluete sahip bir karakterin üzerinde oldukça incelikli duran kıyafetler var. (resimlerde mecburen daha çok 18.yy.daki kostümleri var, ekran süresinden dolayı.)








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...