19 Şubat 2015 Perşembe

alternatif gerçeklik

Bugün spora çıktığımda, karla kaplı yürüyüş parkurunun üzerinde kendimi bir o kar öbeğine bir bu kar öbeğine fırlatırken bir şeyi anladım. Yani bir gerçek, öylesine bir gerçek birdenbire önümde böyle ışıklar saçarak belirdi. Hep şunu olmak istiyordum bunu olacaktım diye başınızın etini yeyip duruyorum ya, bu aslında bilincim dahilinde karar verdiğim ne bileyim hayal ettiğim şeymiş. Bir de farkında olmadan, bilinçaltımın hayal edip de kabul ettiği bir şey varmış ki yeni anlıyorum. Ben kendimi bildim bileli, kendimi hep bir şey olarak hayal etmişim. Şey ile neyi kastettiğimi nasıl açıklayacağım, bu cümleler nereye gidiyor. Kendimi böyle bir bilim insanı gibi birşey hayal etmişim. Yani kah atlayıp bir kutup ekspedisyonuna gidiyormuşum, buz tabakalarını, oradaki yaban hayatını falan inceliyormuşum büyük bir gemide bir avuç insanla. Kah mevsimi gelince dünyanın başka bir köşesine afrika çöllerine, güney amerika dağlarına gidiyor, kazılar yapıyor, ormanların içinde kendime yol açmaya çalışıp, kayıp şehirleri buluyormuşum; okyanusun bir ortasına gidip, engin mavilikler içinde dalarak batmış gemilere şehirlere ulaşıyormuşum. Arada kalan zamanlarda da benim Indy gibi Sydney Fox gibi, üniversitede ders veriyor, pek eğlenceli bir hoca oluyormuşum. Kafamda tamamen bilincimin dışında gelişen böyle bir kabullenme var. Yani 40 yaşına da gelsem, beynimin bir köşesi kendini hala 10 yaşında zannedip, ileride bir gün tamamen böyle bir gelecek içinde yaşayacağına inanıyor. Bakın umuyor, diliyor, hayal ediyor demiyorum. İnanıyor. Gerçekliği bu beynimin o köşesinin. Gerçi şöyle bir bakınca beynimin tamamı hala 10 yaşında gibi düşünüyor, fark etmişsinizdir ama, orası ayrı bir konu. Demeye çalıştığım, kafamda benden bağımsız böyle bir gerçeklik yaşanıyor, yaşanıyormuş yani bugün o karlara batıp çıkarken aydınlanıverdim.
Çok tuhaf, hakikaten. Beynimin bir köşesi, kendini hala maceracı bir bilim insanı olarak görmeye devam ediyor. Öyle bir alternatif gerçeklikte yaşıyor. Çok ilginç.
Bir de şeyi düşündüm, vişne çürüğü diye renk var. Yani o tonda bir renk olması değil acayip olan. Bunu görüp de, aha bu aynı vişne var ya o çürüyüp böyle ezik büzük kötü kokan bir hale geliyor ya hah işte aynı o haldeki rengine benziyor diyen bir insan olmuş vakti zamanında. Düşünsenize, bir renk görüyorsunuz ve bunu bir meyvenin çürümüş haline benzetip o ismi veriyorsunuz. Yani ne bileyim, kırmızı, mavi, beyaz gibi bir isim verememişler mi uyduramamışlar mı. Tambaza, pepepe, movada gibi birşeyler diyememişler mi mesela. Niye illaki çürümüş bir vişneye benzesin?
İnsanın düşünebiliyor olması çok güzel bir şeymiş ya, valla. Bir de bir elma ağacı bulup altına oturup uyukladım mı tamam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...