10 Ocak 2015 Cumartesi

Mahsun Kırmızıgül'ün yazıp yönettiği bir "Mucize (2015)"

1960ların şirin bir sahil kasabasında, tipik bir Egeli aileye konuk ediyor önce bizi MK'nin kamerası. Yılların öğretmeni Mahir meşhur "doğu görevini" yapmak üzere uzak mı uzak bir dağ köyüne gideceğini öğreniyor. İki küçük sevimli kızı ve dediğim dedik eşini taa oralara kadar götüremeyeceği için atlıyor otobüse, trene artık o devirde ülkeyi bir uçtan öteki ucuna geçmek için ne gerekiyorsa, dağlar tepeler aşıyor ve kendini okul binası bile olmayan, toza toprağa bulanmış, düz damlı birkaç evden oluşan bir dağ köyünde buluveriyor. Bir avuç altın kalpli köylünün, devletin unuttuğu bir dağın tepesinde kendi halinde yaşadığı bu daha önce gördüğü hiçbir yere benzemeyen yerde mucizelere tanık olurken aynı zamanda onları ateşleyen fitil de oluyor Muallim Mahir.
Hemen hemen böyle özetleyebileceğim konusuyla "Mucize" daha önce de dediğim gibi izlediğim ilk MK filmiydi. Görüntü açısından oldukça tatmin edici olduğunu söyleyebilirim. O müthiş karla kaplı tepeler, her çekimde arka planda uzanan uçsuz bucaksız dağlar ve gökyüzü, pek bildiğimiz ama hiç gitmediğimiz o doğuda bir köy görüntüsü öyle güzel perdeye yansıyordu ki insan çoğu zaman gözünü alamıyordu. Ama MK sinemasına uzaklığımdan kaynaklanan bir ne olacağını bilememe durumu üzerimde olduğundan hep tedirgindim izlerken. Acaba şimdi ne kötülük olacak, hah tamam şimdi bir kötülük olacak, yok yok bu karakterler bu kadar da naif olamaz mutlaka bir pislik çıkacak buradan, hayııır şimdi kesin birileri gelecek saldıracak ortalığı dümdüz edecek diye korka korka kendimi yedim bitirdim. Filme girmeden önce fragmanı bile izlemediğim için bu kadar neşeli ve hüzünlü bir hikaye izleyeceğimi bilmiyordum. Tahmin de edemedim. 
1960ların Türkiyesinde engelli bir genç adamın, bu kadar uzak bir köyde eğitimsiz bir aile ve akrabalar köylüler arasında bir anlamda kendi yolunu bulma, keşfetme serüveni diyebileceğimiz bir hikayenin bu kadar gülümsetici anlatılabileceğini düşünemezdim. Bu yüzden film başlarken perdede yazan cümleyi ("bu gerçek bir hikayeden alınmıştır") daha ilk 5-10 dakikada unutmuştum. Filmin sonunda izlediğimiz bu kahramanın gerçek halini perdede görünce insan haliyle şoka giriyor bu durumda. Çünkü bir yandan baktığınızda hikayenin zaman zaman neyi anlattığını, neyi anlatma amacıyla yola çıktığını kestiremiyorsunuz. 1960ların darbe sonrası ortamını mı, bir öğretmenin doğu göreviyle tanık olduğu uzak dağ köyü manzarasını mı, cahil ama sonsuz iyilikle kaplı kalplere sahip insanlardan mütevellit bir köy yaşamını mı, devletin o coğrafya için yok sayıldığını mı, engelli bir genç insanın böyle bir ortamdaki var olma çabasını mı? Hikayemizin etrafına yan hikayecikler ördüğü ana mesajı ne? Evet komik karakterler, ilginç ritüeller izliyoruz, evimizin koltuğundaymışçasına gülebiliyoruz ama asıl mesaj engelli Aziz'in bizi ağlatması gereken hikayesi mi?
Yine de eğlenceli ve bol hüzünlü bir seyirlikti film, izlenebilirdi diye düşünüyorum. Sizin MK filmlerine bakışınız nasıl bilmiyorum ama ben en azından önyargılarımı arkama atıp da değişik bir şey izlediğim için memnunum.

2 yorum:

  1. Ben de Perşembe seyrettim. Kimin hikayesini anlatıyor ben de anlamadım ^_^
    Arşivlik mi, değil.. Ama dediğin gibi seyirlik olarak güzel.

    Ben de MK filmlerine yıllarca antipatik durdum ama Güneşi Beklerken'le fikrimi değiştirdim.. Herif şarkıcılığı tırt ama iyi yönetmen çıktı laa : )

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ya ben yönetmenliği hakkında da emin değilim henüz ama hala aklımda bir kızgınlık kıskançlık yok değil hani bu adam bunları yapacak gücü kuvveti ve de kendinde o yeteneği nasıl görüyor diye. diğer filmlerini de görsem mi diye düşünüyorum ama bilemedim.

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...