27 Ağustos 2011 Cumartesi

Rupert Grint'li, bebekli, reddedilişli rüyalar

Böyle anlatıyorum, anlatıyorum şöyle rüya gördüm böyle rüya gördüm diye ama yanlış anlamayın. Öyle çok rüya gören bir insan değilim. Genellikle bomboş uyurum. Sadece böyle arada, artık kendine göre sebep bulan aklım bir şeyler gösterir, ben de izlerim.
Birkaç gün önce gördüğümden bahsedeyim önce. Daha bu Pottermore'a giriş mektubum gelmemişti, bekleme halindeydim. Rüyamda yanımda iki arkadaşımla birlikte - rüya arkadaşları yine, tanımıyorum yoksa - bir alışveriş merkezindeydim. Ama o her zamanki ışıl ışıl, elektrik dolu görüntüde değildi bu AVM. Loştu, yarı karanlıktı. Etrafta çok insan yoktu, hatta hemen hemen hiç insan yoktu ama çocuklar vardı. Ara ara görünüp, kayboluyorlardı. Biz de yürüyorduk öyle amaçsız. Sonra bir bebek buldum ben. Normal, insan evladı işte. Kaybolmuş gibiydi, annesi babasından ayrı kalmış herhalde diye düşündüm. Kucağıma alıp, ailesini bulayım dedim. Bebek kucağımda oralarda öylece dolaşmaya başladım. Bebek de bu arada hiç ağlayan sızlayan kusan bebeklerden değildi. Sevimliydi, usluydu, iyiydi yani.
Ben öyle dolanırken Rupert Grint'e rastladım. Beni görünce durup, muhabbet etmeye, kucağımdaki bebekle oynamaya başladı. Üstünde bir tişört vardı giydiği, onu çıkarıp benim bebeğe verdi. Tişörtün üstünde de "Bugün benim doğumgünüm. Doğum günüm kutlu olsun." yazıyordu. Rupert'ın üstünde gördüğüm tişört iki saniye sonra bebeğin üstündeydi ve cuk diye oturmuştu yani. O arada kafamda ufak bir şaşırma oldu, olmadı desem yalan olur. Birşeylerden şüpheleniyordum ki, o bölümden uyandım.
Dün gece içinde bulunduğum rüya ise sinir bozucuydu. Yine yanımda iki kişi var (Bu 3'e tamamlama huyumu da anlayamadım. Nedir yani kutsal üçleme, kitap üçlemesi, film üçlemesi, baba-oğul-kutsal ruh mu, tövbe tövbe.). Biri uzun ince bir erkek, diğeri de kim olsa beğenirsiniz : Şu Kavak Yelleri'ndeki Halil tiplemesi var ya, kıvırcık saçlı, ufak tefek, işte o. İkisi de arkadaşımmış bunların ve kapısı direkt dışarıya açılan tek göz oda bir evdeyiz. Uzun tip bilgisayarın başında ayakta birşeyler yapıyordu. Halil de yatağın bir kenarında oturmuş, çerçöp birşeylerle uğraşıyordu. Ha bir de beni sinir ediyordu anladığım kadarıyla. Ben de yatağın üstünde oturuyorum. İçeri bir incik boncukcu geldi o ara. Bakındık birkaç şeye. Bunlar illa al al ısrar ettiler. Bir sürü kolye, bileklik, boncuk falan aldım. Hepsini yatağın üstüne yığdık. Aradan birkaç tane beğendiğim var mı diye bakıp, denemeye çalışıyorum bileğime falan geçirip. Ama hiçbiri beğendiğim şeyler değil. Muhabbet de ediyoruz bu arada. Bunlar bana diyorlar ki "neden onu da çağırmıyorsun, arasana. Söylesene, biliyor mu o?". Sinirleniyorum, "ya saçmalamayın söylemem işte, niye arayacakmışım" diye söyleniyordum. Yere oturduk Halil'le, sırtımıza yatağa yaslayarak. Elimizde iskambil kartları vardı.
Belirli birşey oynamıyorduk, karıştırıyorduk daha çok. Bu ikide birde gıcık etmek için bana sırnaşıyordu. Sonunda bunlar birbirlerini gaza getirdiler, önce Halil çevirdi numarayı telefondan. Bu sırada ben ha bir gayret o boncuklu bileklikleri denemey çalışıyorum. Ama mutlaka kopuyorlar ve o incecik boncuklar pıtır pıtır dökülmeye başlıyordu. Sinirim daha da arttı tabi. Uzun olan giriş konuşmasını yaptı, sonra öbürüne verdi. Öbürü de telefondakine - ki bu telefondaki de bizim Tom, daha önce anlatmıştım hani - "niye gelmiyorsun, buraya gelsene, bak senin hakkında böyle böyle hissediyor, şöyle düşünüyor, şunu istiyor" falan diye ne var ne yoksa anlattı. Beynimden vurulmuşa döndüm, telefonu elinden nasıl alırım diye odada dört döndüm. Bir yandan da Halil'e bağırıyorum, "aldırdın bana bu şeyleri, hepsi kopuyor, ortalık boncuk oldu, hepsi senin suçun" diye. Sonra telefonu Halil aldı gene eline, Tom ona birşeyler dedi. Söylediklerini iletti Halil Tom'un. "Ama o seni sevmiyormuş ki, gelemezmiş. Üzüldü bak, keşke sevsem dedi ama işi de varmış, gelmiyormuş." Üzüldüm ben tabi, üzüntüden de fazla utandım. O an öyle onlara olan sinirim bile kalmadı. Sadece yatağın üstünde öylece oturdum kaldım. Boncuklar vardı her yanda. Sonra da uyandım işte.
Şimdi düşünüyorum da, üçlüden en çok Harry'yi severim. Bebekleri kucağıma alma huyum yoktur. Kavak Yelleri izleyicisi değilim. Bileklikler hakkaten hiç benim tarzım değildi. Ama Tom meselesini bilemiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...