7 Ağustos 2011 Pazar

Babies (2010)

Thomas Balmés üşenmemiş gitmiş bir yıl boyunca, dünyanın dört bir köşesindeki dört ayrı bebeğin anne karınlarındaykenden yaşamlarının ilk yılını bitirene kadarki dönemlerini kameraya almış. Görüntüleri güzel müziklerle ve sıfır diyalogla, sıfır müdahaleyle birleştirdiğinde de ortaya bu belgesel çıkmış.
Önceki sene fragmanına tesadüfen rastlayıp, resmi sayfasındaki birkaç videoyu da izledikten sonra fikrin acayip orijinal ve işe yarar olduğunu düşünmüştüm. Bebeklerden veya hamile kadınlardan pek hazzetmem ama fikrin en azından belgesel sanatı için oldukça iyi olduğunu düşündüm.
Peki ne anlatıyor bu belgesel? Tamam dört bebek ve dört farklı ortam, aile var kameranın önünde ama ne izliyoruz? Ne izlemiyoruz ki. Öncelikle hamileliğin son günlerinin bu dört farklı ülkede nasıl geçirildiğini görüyoruz. Sonra doğumların nasıl yapıldığını ve doğum sonrası ilk günlerinde annelerle bebeklerin ne halde olduklarını görüyoruz. Bebeklerin uyudukları, kaldıkları yerleri, nasıl beslendiklerini - ki görmesem de olurmuş -, nasıl temizlendiklerini, ilk seslerini çıkarışlarını, dünyayı ilk keşfedişlerini, hayvanlarla ilişkilerini, ailelerin onlara kendi kültürlerine göre öğrettiklerini ve herşeyi, her nefeslerini izlemiş oluyoruz. En sonunda da ilk adımlarını atışlarına şahit olup, onlara veda ediyoruz.
Bebeklerimiz Bayar, Hattie, Mari ve Ponijao.




Ponijao, Namibia'da çamur damlı, saz ve kütükten yapılmış kulübelerde, yarı ağaçlıklı yarı bozkır bir bölgede yaşayan bir kabilede doğuyor. Doğduğu andan itibaren bizim anladığımız anlamda giysi giydirilmeden sadece boynuna ve beline annesinin örerek yaptığı iplerden bağlanarak ortalıkta dolaşıyor. Annesi onu yalayarak ve yaladıklarını da tükürerek yıkıyor. Tüm gün annesi ve diğer kabile kadınları ile onların çocuklarının arasında emekleyerek geziniyor. Eline geçirdiği herşeyi ağzına atıyor, tozu toprağı çevredeki kemikleri. Oyuncakları, annesini taklit ederek toz ezdiği iki taş oluyor kimi zaman. Kimi zaman da diğer bir bebekle paylaşamadığı bir pet şişe. Bulduğu çamurlu su birikintisinin içinde yüzükoyun durup, ağzına suya daldırmak da dahil oldukça doğal bir ortamda doğal hareketler yaparak büyüyor.









Bayarjargal, Mongolia'nın dağlık ve bozkırlık kesiminde yuvarlak yapılı çadırlarında, etraflarında keçileri, inekleri koyunları ve diğer hayvanlarıyla birlikte yaşayan bir aileye sahip. Çoğu zaman çadırdaki düz bir yatağın üstünde sıkı sıkı kundaklanmış olarak geçiriyor ilk haftalarını. Ondan 2-3 yaş büyük abisinin bir bezle veya doğrudan vurmasına, onunla oynamasına maruz kalıyor biraz da büyüdükçe. Annesi onu bir leğen içinde yıkıyor, yıkandığı leğenden keçiler su içiyor mesela. Onun da oyuncakları babasının kendi yaptığı şeyler veya etrafındaki hayvanlar. O da çoğu zaman toz toprak içinde üstünde sadece bir tişörtle emeklemeye emekleye dolanıyor.


Mari, Japonya'nın Tokyo'sunda oldukça büyük gökdelenler ve teknolojinin ortasına doğuyor. Genç anne ve babasının ilk çocuğu. Ailesinin yatağında sere serpe yatırılıyor çoğu kez. Türlü türlü oyuncakları var, sinirlenip yerden yere atabiliyor kendini mesela oynarken. Annesi onu pusete koyup, metroya trene bindiriyor, parka götürüyor. Çocuk yuvalarına, bebekli eğitim derslerine gidiyor ailesiyle. Gayet kalabalık bir şekilde doğumgünü bile kutlanıyor.




Hattie ise ABD'nin San Francisco'sundan. Ufak bir havuzu da olan evlerinde yaşayan ailesinin o da ilk çocuğu. Annesi devamlı kitap okuyor ona, babasıyla birlikte ailesinin yatağına uzanmış filleri nasıl taklit edeceğini öğreniyor. Babası kucağına alıp banyo yaptırıyor Hattie'ye. Parka götürüp, kaydırak kaydırıyor. Doktora gidip, kilosunu falan ölçtürüyorlar. Pusetinde süpermarket geziyor meraklı bakışlarla.
Pek çok kişi belgeseli biraz fazla çıplaklık barındırdığı gibi konular yüzünden eleştirmiş. Fazlasıyla da Hattie'nin ailesine takmışlar. Sanki gösterilen örneklerin ait oldukları ülkeleri temsil etmesi gerekiyormuş gibi, Hattie'nin ailesinin tipik bir Amerikan ailesini yansıtmadığı, Hippi olduklarını söyleyip durmuşlar. Saçma bence. Onlar da bir hippi amerikalı ailenin özelliklerini göstermesi açısından konulmuş olamazlar mı sanki belgesele? Çıplaklık da mecburi bir durum bu belgesel için. Hem öyle nedensiz bir çıplaklık değil ki bu. Herkesi, her durumu müdahalesiz en doğal hallerinde çekmeye çalışmışlar. E Afrika kabilesi mensupları da sırf çekiliyorlar diye kendi giysilerinden başka birşey mi giyecekler (kendi giysileri yok, evet). Ya da bebeklerin öylesine dolaşırken görünen yerleri sansüre mi girecek? Bu da saçma.

İnsanlar kötü düşünceli. Öyleler. Çünkü "Babies" oldukça güzel çekilmiş, büyük emek verilmiş, eğlenceli, komik, gerçekçi bir belgesel olmuş. Bence gayet güzel ve izlemenizde büyük fayda var.

(http://focusfeatures.com/article/babies___meet_the_parents adresinde ailelerle belgesel üzerine güzel bir röportaj da var.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...