26 Mayıs 2011 Perşembe

The Romantics (2010)


Kötü çıkacağını, feci bayık ve ruhsuz olacağını düşünerek oturup izlediğim bir filmdi The Romantics. Ama şaşırarak ve de şaşırdığıma mutlu olarak söylüyorum ki kesinlikle öyle çıkmadı. Tamam, olağanüstü değildi belki ama hoştu, keyifliydi, zaman zaman güldürmeyi bile başaran bir mizah ruhuna sahipti ve sahnelere parıltılar katan müziklere sahipti. Hı ama şaşırtıcı değildi, çoğu yerde ortalamanın üzerine çıkamıyordu ve Dawson's Creek, One Tree Hill türü gençlik-çocukluk arkadaşlıkları ilişkilerinden daha fazlasına dair söylediği bir şey de yoktu, o ayrı.

The Romantics, Galt Niederhoffer'in kendi yazdığı romanından yine kendisinin uyarlayıp, bir de üstüne yönettiği bir film. Yönetmenin üçüncü filmi. Bu film gibi diğer ikisiyle de pek bir ses getirememiş olsa da kendisi Prozac Nation'ın senaryosunu yazan ve Sundance'de bir ödül kazanmış bir isim olduğundan bir miktar dikkate değer elbette.
Hikayemiz bir düğünün hemen öncesinde bir araya gelen 7 sıkı arkadaşın düğün evi yolunda toparlanmasıyla başlıyor. Gelinimiz Lila (Anna Paquin) evde panik halinde gelinliğinin kargoyla gelmesini bekliyor annesi ve kızkardeşiyle. Nedimelerimizden olan Laura (Katie Holmes) kendi arabasıyla gelirken, diğer iki nedimemiz Tripler (Malin Akerman) ve Weesie (Rebecca Lawrence) sağdıçlar Pete (Jeremy Strong) ve Jake (Adam Brody) ile başka bir arabada geliyor. Yolda karşılaşıp birlikte Amerika'nın batı sahilindeki nezih mi nezih bir şehir dışı-orman-okyanus kıyısı evi olan düğün evine ulaşıyorlar.
Seth Cohen gülüşü;)

Merhaba Elijah, sen de mi burdaydın:p
Düğün öncesi yemeği diye yapılan yemekte düğünden hemen önceki akşam herkes masasında birer kaşığı kadehe tıklatmak suretiyle kalkıp, gelin ve damat hakkında bir iki çift laf ediyorlar. Oralarda adet böyle, öyle kına gecesi, davul zurna yok. Tabi böyle rahat bir ortamda da kafayı bulmuş davetliler hem kendilerini hem diğerlerini gayet utandırabiliyorlar.
gecenin sonu

ürkütücü gelin
Ama biz bu arada bir dolu şey öğreniyoruz kahramanlarımız hakkında. Ki filmin yapıtaşı da bu. Bu 7 arkadaş hemen hemen 30 larına yaklaşmış, birbirlerini hepsi aynı süredir tanımıyor olsa da, uzun zamandır tanıyan bir arkadaş grubunun elemanları. Laura ve damadımız Tom (Josh Duhamel) liseden beri arkadaşlar ve üniversite sırasında da 4-5 yıl kadar çıkmışlar.
nedimeler
Laura ve gelinimiz Lila üniversitenin ilk yılında tanışmışlar, oda arkadaşlarıymışlar ve Lila, Laura Tom'u bıraktıktan hemen sonra (hatta arada belirttiklerine göre bırakmadan) onunla ilişkiye başlamış.
Jake, Weesie ile bir kafede masasındaki ketçabı istemek suretiyle tanışıp, çıkmaya başlamış, şu an nişanlılar ama hala bir düğün tarihi belirleyememiş vaziyetteler. Pete ve Tripler bir süredir evliler ve anlattıklarına göre Pete, Laura ve Tom'u liseden beri tanıyor, Tom'la aynı yüzme takımında gibi birşeymiş.
sağdıçlar
Tüm bu ilişkiler yumağı, birbirinden olabildiğince farklı 7 arkadaşın düğün öncesi yemeğinden sonra gece boyunca sahilde-evde-bahçede geçirdikleri çeşitli maceralarla su yüzüne çıkartılıyor. Ve Laura'nın yemekte anlattığı üzere bu gruba Romantikler (filme de ismini veren The Romantics) denmesinin bir sebebi var: Birbirleriyle ilişki yaşama adetlerinden dolayı böyle bir isim takılmış bu gruba.
Evet, doğru tahmin, aynen Dawson's Creek. (Dawson Jen'le çıkar, sonra Joey'le. Joey sonra Jack'le ve Pacey'le. Pacey Joey'nin öncesinde Andy'le. Önce Jen ve Jack'i birbirlerine yapmaya çalışırlar ancak Joey'le çıktıktan sonra gay olduğunu anlayan Jack, Jen'le kardeş gibi olur. Sonra Dawson gene Joey'nin peşinde koşar ama Jen'le birlikte olur. Joey de en son Pacey'e döner. Ha bu arada hepsi de 6 sezon boyunca arkadaştır :p)
üçbuçuk damat
Biz de böylece tüm gece boyunca ertesi sabahki düğüne kim sağ kalacak, ne olacak acaba diyerekten bir buçuk saati bitiririz. Ama el kamerasının devamlı titremesi, yalpalaması ve sallanıp durması sebebiyle gözlerimiz bozularak ve sahneyi algılayamayarak.
açık bardan içki aşıran damat ve sağdıçları
Birçok güzel ve derin olabilecek yan hikayeler barındıran karakterleri de bir şekilde harcamış bulunuyor film. Hangisinin takıntı manyağı, hangisinin iyi çocuk, kötü çocuk, hangisinin çuvallamış, hangisinin grubun "bitch"i olduğunu şöyle bir dokundurup söylüyor, sonra gidiyor sanki hikaye. Kimse büyük büyük oynamıyor, belki filmin özelliği budur ama bilemem. Romanda nasıldır onu da bilemem.
Bunun dışında mekanları sessiz, sonsuz genişlikte ve durağan göstermeyi başaran yönetmenin sayesinde işin bir miktar romantizmini de hissedebiliyoruz. Hatta isterseniz filmin bize ilettiği, Keats'in "Ode To A Nightingale"i okurken kulaklarımızı o sahnenin güzel müziğine vererek yağmur yağmasını umalım.



MY heart aches, and a drowsy numbness pains
My sense, as though of hemlock I had drunk,
Or emptied some dull opiate to the drains
One minute past, and Lethe-wards had sunk:
'Tis not through envy of thy happy lot,
But being too happy in thine happiness,
That thou, light-wingèd Dryad of the trees,
In some melodious plot
Of beechen green, and shadows numberless,
Singest of summer in full-throated ease.

(Devamı için Ode To A Nightingale)

Bu da filmdeki bazı müzikleri dinleyebileceğiniz playlist:

2 yorum:

  1. Filmi dün akşam seyrettim. Bugün hakkında bir şeyler okumak için aradım ama sadece sizin yorumunuz (güç-bela:) buldum. Şiir de film de güzeldi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. pek fazla seyredilmiş,konuşulmuş bir film değil sanırım ben de izlediğim dönemde çok birşey yoktu, biraz adam brody takipçisi olduğumdan arayıp da izlemiştim. çok parlak değil ama bence de güzel bir film. yorum bıraktığınız için teşekkürler.

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...