22 Mayıs 2011 Pazar

{2010 Oscarları} INGLORIOUS BASTERDS (2009)

Bazı insanlar, dünyayı diğerlerinin gördüğünden daha farklı bir şekilde görür. Aynı yerde, aynı kalabalıklarla birlikte dikilirler, aynı şeyleri izlerler ama aynı şeyleri görmezler. Belki bunu isteyerek yapmazlar, belki sadece bir tür içgüdüdür ya da hatta belki bir tür anormallik. Evet, öyle görmeyen diğerlerinin yakıştırdığı tabirle, anormaldirler.
Öyle sanıyorum ki Quentin Tarantino da o "anormaller"den. Hatta geçen onca yıl ve neredeyse 20 filmin ardından bunu kanıtlamış durumda. Anormalleri sevmem, ortaya çıkardıkları işleri de sevmem. Elimde değil, bir tuhaflık, o yatay ince çizgide herhangi bir pürüz hissi; beni oldum olası rahatsız eder. Ve rahatsız eden filmler izlemeyi de sevmem. Herşeyin karman çorman olduğu filmleri de sevmem. Çoğu kez kendi kendime çok klişe bile geldiğim olur, illaki mutlu edici hafif şeyler aradığım için ekranımda.
Bu yüzden oldum olası Tarantino'dan uzak durdum. Lisede aylarca Kill Bill konuşmalarına, canlandırmalarına, kritiklerine maruz kaldım, gene de merağıma yenilmedim, izlemedim. Rezervuar Köpekleri her okuduğum sinema yazısında, dergisinde, gördüğüm her sinema olayında karşıma çıktı; kendime engel oldum, o afişine rağmen gene de izlemedim. Bir dönem televizyonu her açtığımda karşıma çıkan Jackie Brown'ın, elinde çantayla yürüyüşünü izleyip, geri kapattım. Ama sinema topluluğundaki gösterimi izlemek zorundaydım, dersler çok sıkıcıydı ve o zaman yapılabilecek en iyi şeydi Pulp Fiction'ı izlemek. Ayrıca da artık merakıma laf geçirebilecek irade gücüm kalmamıştı.
Ama yanılmadığımı anlamam açısından iyi oldu Pulp Fiction. Hiç hazzetmedim, çoğu kez "Honey/Bunny"yi kullansam da. Beynimi arap saçına döndürdü film. Beğenmedim'i asla kabul etmedim ama beğendim de diyemedim. Uma Thurman'ı, John Travolta'sı, Samuel L.Jackson'ı, Bruce Willis'i, herkesi ama herkesi ordaydı. Ben gene de gözümün önünden kanlı görüntüleri çekip alamadım.
Bu tür bir haleti ruhiye içerisinde Oscar adayı bir adet Inglorious Basterds izlenirse ne olurdu? Çok da şok olunurdu! Neden? Çünkü eğlendim! Tüm film boyunca eğlendim. Oturduğum yerde kahkaha da attım, ellerimi gözümün önüne de tuttum, aniden korkarak yerimden sıçradım, heyecandan tir tir titredim. "Bu benim başyapıtım oldu galiba." dedi Teğmen Aldo Raine, bitiş müziği gümlemeye başladı, ben de "keşke böyle olsaymış" dedim. 1944'te İkinci Dünya Savaşı Tarantino'nun yazdığı metin kadar eğlenceli olsaymış.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işgalindeki Fransa'da geçen film, konusu itibariyle, başlangıcı sinema tarihine ikonik bir karakter daha katan Christopher Waltz'ın Komutan Hans Landa'sı ile yapıyor. "Yahudi Avcısı" lakabının hakkını veren bir sahneyle filmin de ilk bölümünü başlatıyor. Sonrasında farklı farklı bölümlerle farklı farklı açılar yansıyor perdeye. Ki beklediğimiz gibi hepsi bir yerde birleşmek üzere.
Filmde kafayı döndüren bir dil curcunası mevcut. Almanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca derken kimin nece konuştuğunu takip etmek tam bir sınava dönüşüyor. Ama o inanılmaz keyifli hava içerisinde buna da katlanılıyor. Hatta filmin en önemli detaylarından biri de bu. Karşımızda ayrıca karikatürize Hitler'lerden biri daha var. Pek çok internet şakasına da karışmış olduğunu hatırlayabiliriz. Ve tabiki o muhteşem Fransız kadınları. Shosanna rolündeki Melanie Laurent ve Charlotte LaPadite rolündeki Lea Seydaux en göze çarpanları. Hatta bence ekranda göründüğü o birkaç dakikada bile insanı büyüleyen Lea Seydaux, kesinlikle perdemize daha çok gelmeli. Ve ayrıca Daniel Brühl faktörünü de unutmamalı ki kendisini Elveda Lenin'den gayet iyi biliyoruz. Yüzünde her daim "o ifade" olan oyunculardan olmasının yanısıra oynadığı her karaktere beklenenden fazla ilgi duyulmasını sağlayan bir yapısı olduğu reddedilemez.
Ha tabi Tarantino filmlerinin rahatsız ediciliği bunda da yok mu? Var, yüzülen kafa derilerinden gelen kırt kırt seslerinde, alınlara bıçakla kazınan gamalı haç motiflerinin cızırtılarında, insanlara giren çıkan mermilerin vızırtılarında, insan bedenlerinden fışkıran kan ve kanlı et patırtılarında...
Filmin ayrıca bir en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, sinematografi, düzenleme, ses gibi dallarda da adaylıkları var. En iyi film ya da yönetmen olmasa da en azından bir ödül verirler gibime geliyordu. Aslında en iyi film seçilse ne eğlence olurdu ama?! Aday olduğu kategorilerden sadece birinden Oscar aldı, bahsettiğim o manyak performansıyla Christoph Waltz'a en iyi yardımcı erkek oyuncu heykelciğini kucaklattı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...